Atatürk, henüz gencecik bir delikanlıyken ilk kez karşılaşır Fikriye Hanım ile. Fikriye Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Bey’in yeğenidir. Ailesi ile önce Selanik’e sonra da İstanbul’a gelen Fikriye tek tek tüm ailesini kaybedince Zübeyde hanım ve Ragıp bey ona kol kanat germiştir. İlk karşılaşmalarında Fikriye o zamanlar 8 Mustafa Kemal iste bir 24 yaşındadır. Abi kardeşten öteye bir ilişkileri yoktur ama Fikriye çakmak gözlerine hayran olmuştur bile.
Balkan Savaşı öncesi Zübeyde hanımlar İstanbul’a taşınacak ve Fikriye’de bu sayede Mustafa Kemal’i daha fazla görebilecek ve içinde karşı koyamadığı aşkı başlayacaktı. Kısa süren bu bir aradalık bitmiş ve Balkan Savaşı başlamıştır. Savaşın bitmesinin ardından tekrar karşılaşsalar da bu karşılaşma da kısa sürecektir. Fikriye 16 yaşındadır aşkı kalbini kaplayacak kadar büyümüştür.
Ata, Çanakkale Savaşı için tekrar cepheye gitmek için yola koyulmuştur. Fikriye derin bir korku ve endişeyle, Zübeyde hanımdan aldığı bilgilerle ayakta kalmaya çalışmaktadır. Savaştan galibiyetle dönen gurur dolu Mustafa Kemal ile İstanbul’da tekrar karşılaşmışlardı. Mustafa Kemal 33 ve Fikriye 21 yaşındaydı. Aşkı hiç azalmamış, kendi gibi olgunlaşmıştı.
Kaderin yolları ayırması bitmemişti. Mustafa Kemal önce Samsun’a çıkmış; Erzurum ve Sivas Kongrelerini yapmış Ankara ve Kurtuluş Savaşıyla birlikte ülkenin gidişatını değiştirecek bir çok başarı imzalamıştır.
1920’lerin ortasında gazetede bir haber çıkar; Mustafa Kemal’in idam haberi… Fikriye yerinde duramaz, davet mektubunu alır almaz gizli ve bir o kadar da tehlikeli yollarla Ankara’ya aşkının yanına gider. O dönem Direksiyon Binasında kalan Ata’nın Fikriye’yi görünce şaşkınlığı ve mutluluğu ortadadır ve şu kelimeleri söyler: Nasıl geçti yolculuğunuz? Sıkıntı çektiğiniz muhakkak ama gönül ferman dinlemiyor değil mi?
Sonrasında Fikriye Mustafa Kemal ile Çankaya’ya yerleşir. Orayı çekip çevirir, misafirleri karşılar ve kendi evi gibi benimser. Fikriye hanım için Çankaya’nın ilk gelini hatta duvaksız gelini denmiştir.
Hikaye 9 Eylül !922 yılında Ata’nın İzmir’e bir güneş gibi doğmasıyla değişir. Atatürk ve silah arkadaşları çalışmak için Latife Hanım’ın ailesinin köşkünde kalmaktadır. Latife Hanım güçlü bir ailenin okumuş kızıdır. Bu sayede Ata eşiyle tanışmış olur.
Fikriye hanım ise ağır bir hastalık olan vereme yakalanmıştır. Doktorlar Almanya’ya gitmesini önerir ve Mustafa Kemal hemen gereğini yerine getirir. Fikriye’nin içine olacaklar doğmuş olacak ki gitmemek için fazlasıyla direnmiş ama ne mümkün Ata onu öylece bırakamaz tabii.
Bu sırada Latife Hanım’ın köşkünde kalan Zübeyde hanım son nefesini vermiş ve ülke yas içerisine bürünmüştür. Son zamanına kadar ideal eş olarak gördüğü Latife Hanım’la evlenmesi istediği bilindiğinden midir nedir Mustafa Kemal aradan kısa bir süre sonra Latife Hanım ile evlenmişti. Bilinen şudur ki Atamız üç kere evlilik teklif etmiş ve ret ile geri dönmüştür sonunda kabul etmiş evlenmişlerdir.
Dünya basınını oldukça etkileyen bu haberi tabii Fikriye hanım da duymuştu. Bütün uyarılara rağmen doktorları dinlemeyerek Çankaya’ya yola çıkmıştı. Köşke geldiğinde Atatürk’ün akrabası olduğunu söyleyerek içeriye girmiş ve bir gece geçirmişti. Ertesi gün Latife hanım onu köşkte istememiş ve bir otele yerleştirmişti. Hastalıktan ve yolculuktan bitap düşen Fikriye geceyi orada geçirmiş ve ertesi gün aşkını bir kere daha görebilmek için köşke tekrar gitmişti fakat Latife yine onu içeri almamıştır.
Fikriye bitap hali, kavuşamamanın verdiğini üzüntü, utanç ve hastalık ile köşkten ayrılıp faytonuna bindi. Çok uzaklaşmadan bir tüfek sesi duyuldu. Fikriye Büyük aşkının hediye ettiği tabancayla canına kıymıştı. Vurulduğu da söylensede Salih Bozok’un notlarından hareketle bu karışıklığı aydınlatabiliyoruz.
Mustafa Kemal ise mezarının nerde olduğu bilinmeyen Fikriye’yi 25 Temmuz 1924 tarihinde ilk ve son kez ziyaret ediyor. Bu aşktan geriye Ata’nın yazdığı şu şiir kalıyor…
Bir hüzün gibi geldi geçti vuslatımdan,
Şekvacı olmadı yorgun başımdan.
Lezzet-i şinasiydi sunduğu kahve fincanından,
İzmihlâli mümkün değil sızlayan vicdanımdan.
Varsın çeksin bu dimağ, unutmaz seni,
Kimse dolduramadı yürekteki yerini.
Bir kadeh gibi sunmuştun ölümsüz sevgini,
Çaresiz yürek nedendir, bilmedi kadrini.
Terk-i hayat ne der, bilemem amma,
Bir ümmid-i hayaldir buluşmak orada.
Dilerim sübut bulur, kanayan yara da,
Aşk-ı muhabbet biter mi cennet-i alâda.
İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,
Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.
Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden,
Ümmid-i aşkım saracak onu cefakâr teninden.
26 ağustos 1926