Opera müziği insan sesinin sıra dışı gücünü ve duygusal derinliğini sergileyen, zengin bir sanat formudur. Sahne üzerinde akıp giden dramatik hikâyeler, onlara eşlik eden zarif kostümler ve göz alıcı dekorlar ile daha da vurucu bir etkiye sahip olur.
Bir opera müziğinin her notası, bestecinin duygusal durumunu ve karakterlerin iç dünyasını dinleyicilere aktarmak için titizlikle seçilir. Opera, seyirciyi alıp farklı zamanlara ve mekânlara götürebilen, güçlü orkestrasyon ve unutulmaz aryalarla dolu büyüleyici bir deneyim vadeder. Bu sanat türü aşkın, ihanetin, kahramanlığın ve trajedinin evrensel temalarını işlerken, izleyicilerin en derin duygularına dokunmayı başararak onları hem düşündürür hem de duygusal bir yolculuğa çıkarır.
Üstelik opera dünyası da sahnede olduğu kadar sahne dışında da tutku, trajedi ve zafer hikâyelerine sahiptir!
Onlardan birisi ise, Semiha Berksoy.
Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy’un çok yönlü kariyeri, şarkıcılık, oyunculuk ve ressamlık alanlarını kapsayan ve opera sanatının dramatik ruhunu sahne dışında da canlı bir şekilde yansıtan az sayıdaki hayattan biridir. Bu da azmin gücü ve yaratıcı ruhun peşinden gitmenin kışkırtıcı bir bileşenine sahip bir sanatçı ruhun senfonisini bize bahşetmesini sağlıyor.
Semiha Berksoy Kimdir?
24 Mayıs 1910 tarihinde İstanbul’da doğan Semiha Berksoy, Türk opera sahnesinin öncü bir figürüdür. Sanat dünyasına girişi, piyano öğretmeni olan annesinin etkileriyle henüz erken yaşlarda başlar. Kısa sürede, Berksoy’un sanata yatkınlığı ortaya çıkar ve hem ailesi hem de o bu becerilerinin üzerine eğilmek ister. Bu da onu İstanbul Belediye Konservatuarı’nda eğitim almaya yönlendirir.
Berksoy’un operada sanatseverlerin karşısına ilk çıkışı 1934 yılında, Giacomo Puccini’nin “Tosca” isimli operasında Tosca rolüyle gerçekleşti. Bu performans sadece Berksoy için kişisel bir zafer değil, aynı zamanda Türkiye için de tarihi bir anı işaret ediyordu. Zira bu opera, ülkede gerçekleştirilen ilk tam ölçekli opera prodüksiyonuydu. Berksoy’un Tosca rolündeki performansı eleştirmenlerden büyük beğeni topladı ve böylece Semiha Berksoy bir sanatçı olarak kendisini geniş kitlelere ulaştırma şansı yakaladı.
Avrupa’daki İlk Türk Opera Sanatçısı
Tosca rolünden sonra Berlin’de alacağı eğitim için burs kazanması; onun kariyerinde de önemli bir dönüm noktası oldu. 1939 yılında Giuseppe Verdi’nin “II Trovatore” isimli operasında Azucena rolünü oynadı. Bu performansı da Türkiye için ayrı bir önem taşıyordu çünkü bu sayede Semiha Berksoy, bir Avrupa sahnesinde performans sergileyen ilk Türk opera sanatçısı oldu. Artık uluslararası ölçekte bir tanınırlığa sahipti ve adeta Türkiye’nin kültür elçisi konumuna gelmişti.
Fakat opera onun tek tutkusu değildi. Semiha Berksoy, müzik yeteneğinin ötesinde başarılı bir ressam ve aktristi. Sanatsal açıdan sahip olduğu bu çok yönlülük, farklı disiplinlerde de kendisini ifade edebilmesini sağlıyordu. Sahnede canlandırdığı karakterlerin portrelerini resmediyor, böylece görsel sanat ve performans sanatını disiplinlerarası bir yaklaşımla harmanlamayı başarıyordu. Sahnede üstesinden başarıyla geldiği zorlu rollerin tuval üzerine vurulmuş cesur birer fırça darbeleri ile buluşması, sanat ile uğraşıyorsanız sizin için ayrı ölçüde ilham verici olacaktır.
Kadınlar İçin Bir Öncü
Sanat alanında kadınlar için bir öncülük görevi üstlenen Semiha Berksoy; yeteneği, azmi ve kararlılığı sayesinde döneminin ötesine ulaşmayı başardı. Sanat aracılığıyla hayatın nasıl dönüştürülebileceğini ve yaşama nasıl anlam kazandırılabileceğini bizlere gösteren Berksoy’un ortaya koyduğu resim, tiyatro ve operanın büyüleyici harmonisi günümüze kadar ulaşıyor.
Ulaşmaması da mümkün mü?
96 yaşında, sahneye çıktığı son performansına kadar hayata sıkı sıkı sarılan ve sanattan hiç kopmayan Semiha Berksoy; özellikle kadınlara yönelik biçilmiş toplumsal kıyafetleri reddetmesiyle herkes için (ama en çok da kadınlar için) bir ilham kaynağı.