Sanat başlı başına yaratıcılığın ve hayal gücünün eyleme ya da maddeye dökülme halidir. Sınırlar, kurallar, tabular, gereksinimler daha geri planda kalır. Bir eserin sanat eseri, bir kişinin de sanatçı olarak kabul edilmesi için yapılan işin ve yapan kişinin özgün, yaratıcı, estetik olması ve mesaj içeren özellikler taşıması gerekiyor. Kendine özgü ve farklı tasarımlarıyla ses getiren çevreci heykeltıraş Anthony Howe da tam bu tanıma uyuyor. Zira Howe’un heykelleri kinetik rüzgar enerjisiyle muhteşem görseller sunuyor.
Eserlerinde metal ve zaman zaman polimerik malzeme kullanan Howe, eserlerini adeta rüzgarla dans ettirmeyi başarıyor. Rüzgarın akışına ve yönüne göre şekillenen eserleri doğaya köstek olmaktan ziyade rüzgarla bir ahenk içerisinde eş zamanlı hareket ediyor. Her bir parçayı yapmak yoğun emek gerektiriyor. Her şey dijital bir modelle başlıyor. Her bir bileşen, titizlik ve hassasiyetle parçalara bölünüyor. Howe, ölçeklerine ve her tasarımın kendine has karmaşıklığına rağmen, heykellerinin çoğunu dışarıdan yardım almadan tamamlıyor.
1990’lı yıllarda kendi sanat parkını kuran Howe, daha önceleri kardeşi Patrick’in yardımıyla New Hampshire kırsalındaki bir dağın tepesine ahşaptan bir direk ve kirişli ev inşa etti, sulu boyalar yaptı ve Boston’da birkaç tek kişilik gösteri düzenledi. Resimlerinin hem izolasyonundan hem de konusundan duyduğu rahatsızlık, evin satılmasına ve Manhattan’a taşınmasına neden oldu. Ofis kayıtlarının saklanması için çelik raflar dikme konusundaki yeni yarı zamanlı mesleği, yeni bir ortamın, metalin keşfiyle sonuçlandı. Rüzgar ve hareket konusundaki önceki ilgilerini birleştiren Howe, daha ileri araştırmalar yapmaya başlayınca, kinetik rüzgar heykelleri fikri de yola çıktı. Bunun üzerine birçok çalışma yapan Howe, daha sonra, rüzgar enerjisiyle çalışan ilk heykel sergisini yerel çatılara atılmış asansör kabloları kullanarak yaptı.
New York City’deki birkaç tek kişilik gösteriden ve çeşitli grup gösterilerinden sonra Anthony, 1994’te kendi heykel parkını kurup doğrudan müşterilere satış yapmanın kendisine en iyi şekilde hizmet edebileceği sonucuna vardı. Onun “sanat” dünyasındaki kapsayıcılık kavramlarına cevabı, kendi dünyasını icat etmek ve dolayısıyla zincirlerini kırarak ona öğretilen pek çok geleneğinden tamamen kurtulmak oldu.
Şu anda iş ortağı ve eşi Lynne ile birlikte Washington’un Orcas Adası’nda yaşıyor. Eserleri Orta Doğu’dan Kaliforniya’ya pek çok yere kadar yüzlerce özel koleksiyonda yer aldı. Saraylarda, heykel parklarında ve Manhattan’daki Barneys Noel vitrininde büyüleyici bir şekilde sergilendi. Brezilya Rio Olimpiyatları için hazırladığı iki heykel 2016’da dünyada daha çok dikkatleri üzerine çekmesine neden oldu. Son zamanlarda “Lucea” çalışması, Auli’i Cravalho’nun 49. Akademi Ödül Töreninde “How Far I’ll Go” şarkısını söylemesine fon sağladı.