Şimdi Beyrut yıkılıyor. Fakat bir zamanlar her türden canlının yan yana güldüğü bir şehirdi o. Zarif, hüzünlü ve bir o kadar da güçlü bir insan gibi. Yılların, savaşların ve barış dönemlerinin izlerini taşıyan yüzü, her çöküşten sonra yeniden parlamayı başaran o inatçı ışıltıya sahipti. Bir zamanlar Fenikelilerin, Romalıların, Osmanlıların evi olmuş; her biri Beyrut’un kalbine bir damla bırakmış. Her katmanında farklı bir hikaye, her sokağında farklı bir kültür…
Şimdi Beyrut yıkılıyor. Ama Beyrut’un ruhu, ona dokunan her uygarlığın kokusunu taşır. Geleneksel Arap ezgileriyle modern caz ritimlerinin harmanlandığı bir yaşam melodisi yankılanır dar sokaklarında. Eski taş binaların arasında boy veren modern yapılar, şehrin dünü ve bugünü arasında kurulmuş bir köprü gibidir. Tarih boyunca defalarca yıkılıp yeniden inşa edilen bu şehir, tıpkı yaralarını sarıp yoluna devam eden bir insan gibi, neşesiyle hüznünü aynı anda kucaklar.
Şimdi Beyrut yıkılıyor. Beyrut’un kalabalık caddeleri, kafelerin dışına taşan kahkahalar, denizin tuzlu kokusuna karışan nargile dumanları yıkıntıların tozuna boğuluyor. Sahil boyunca yürüyen insanların yüzlerinde şehre ait bir gurur, bir inat vardır orda yine de. Çünkü Beyrut her şeyi yaşamış, her fırtınada sallanmış ama hiçbir zaman yok olmamıştır.
Şimdi Beyrut yıkılıyor. Şarkılar iç içe giriyor… Beyrut Çarşısı’ndan çıkıp da Ortaçağ Pazarı’na doğru yürürseniz bir dükkanda şehrin prensesi Fairuz’un sesini başka bir dükkanda caz müzik notalarını duyarsınız. Kültürler arası uyumun kaldırımlarında yürür, tüm inanış ve renklerin iç içe nasıl karıştığını görürsünüz. Şehir, her bir notada kendini bulur. “Li Beirut” çalarken, Beyrut sanki bir anlığına durur, nefes alır ve yeniden hayata döner. Şehre bakarken, insan, kalbinde hüzünle karışık bir sevgi hisseder; tıpkı Fairuz’un o unutulmaz sesi gibi, Beyrut da zamana meydan okuyarak yaşamaya devam eder…