9 Nisan 2024

Nerede o eski bayramlar!

Tüm ay sabırla beklenen mübarek Ramazan Bayramı geldi çattı. Eski Ramazan'ları bilmeyenler için bu yazımda size Osmanlı döneminde Ramazan geleneklerinden bahsetmek istedim...

11 ayın sultanı Ramazan ayı sona erdi ve bayram coşkusu başladı. Günümüz insanları Ramazan Bayramı’nda eski bayramları yaşayamıyor maalesef. Yorucu çalışma saatleri, kalabalık şehirler, ekonomik koşullar ve bireyselleşme bayram kutlama alışkanlıklarımızı da ne yazık ki değiştirdi. Peki, hep büyüklerimizden duyduğumuz ‘Eski bayramlar böyle miydi?’ deki eski bayramlar nasıldı? Hiç merak ettiniz mi? Sizler için Osmanlı döneminde Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı geleneklerini araştırdım. Koltuklarınıza yaslandıysanız başlıyorum…

MAHYA GELENEĞİ OSMANLI’DAN

Tarihte dünyanın neredeyse büyük çoğunluğuna hükmetmiş devasa bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu’nda Ramazan Bayramları zengin kültürel mirasın da etkisiyle coşkuyla kutlanırdı. Ramazan Bayramı gelmeden önce girilen Ramazan ayını kim haber verirse ona 150 akçe verilirdi. Hatta Ramazan ayı o kadar kutsal bir aydı ki, Osmanlı Devleti öncesinde tembihname denilen yazılar dağıtırdı. Bu yazılarda Ramazan ayında nelerin yapılıp yapılmayacağından hangi kurallara uyulması gerektiğine, nasıl oruç tutulacağından kimlerin oruç tutması gerektiğine kadar her şeyden bahsedilirdi. Hatta bugün bile devam eden camilerdeki farklı şekil ve yazılarla aydınlatılan mahya geleneği Osmanlı’dan geliyor.

DİŞ KİRASI’NI DUYDUNUZ MU?

Ramazan ayının son günlerinde ise zenginler hiç tanımadıkları mahalle ve bölgelerdeki esnafa gider ‘Zimem Defteri’ denilen günümüzde veresiye defteri olarak adlandırılan defterden rastgele sayfalar açtırıp, sayfalarda adları yazan kişilerin tüm borçlarını hesaplatıp öderlerdi. Öte yandan iftar saatinde kimin kapısı çalınsa o kapı mutlaka açılırdı. Özellikle büyük konaklarda her akşam iftar için hem zenginlere hem de fakirlere sofralar kurulurdu. İftar başlayıp oruç açılıp insanlar yemeklerini yediklerinde iftar sahibi zenginlere kese içinde küçük hediyeler, fakirlere de akçe ya da altın verirdi. Verilen bu hediyelere ‘Diş kirası’ denilirdi. Öte yandan normal yaşam standartları süren halk Ramazan ayı boyunca iftar saatinde mutlaka kapılarını açık tutardı ki, ihtiyacı olanlar gelip yemek yiyebilsin. İftar yemeği yemeye gitmek için tanıdık olmanıza gerek yoktu. ‘Kimsiniz?’ diye size kimse sormazdı. Yılın her ayı pahalı satılan gıda maddeleri satan yerler özellikle Ramazan ayında devlet tarafından denetlenir ve halkın daha ucuza alması sağlanırdı.

İFTAR SOFRALARINDA NELER OLURDU?

Osmanlı döneminde iftar sofraları iki aşamalıydı. Şimdiki gibi başlangıç, soğuklar, ara sıcaklar, sıcaklar ve tatlılar olarak sınıflandırılmamışlardı. İlk aşamaya ‘İftariyelik’ denirdi. Oruç tuttuğu için saatlerce açlık çekenlerin hızla yemek yemeye başlamamaları için masa çerezlerle ve suyla donatılırdı. Orucunu bozan kişiler çerezlerle açlığını yatıştırdıktan sonra gerçek yemek faslına geçilirdi.

AREFE GÜNÜ ÇOCUKLARIN GÜNÜ

‘Arefe çiçeği’ tanımına aşinalığınız var mı bilmem ama eğer aşinalığınız yoksa bu tanım da Osmanlı’dan günümüze gelen bir tanım. Şimdilerde Arefe günlerinde kaybettiğimiz yakınlarımızın mezarlarını ziyarete giderken aldığımız çiçeklere verilen ad o dönemlerde çocuklar için kullanılıyordu. Bayramın gelmesine birkaç gün kala çocuklar için çarşı pazar yapılan bayramlık giysi alışverişlerinden sonra, çocuklar Arefe günü bayramlıklarını giyer ve sokaklarda dolanırdı. Çocukları Arefe günü bayramlıklarıyla sokakta dolaşırken gören halk ‘Arefe çiçeği gibi maşallah!’ derdi. Öte yandan evlerde de Arefe günü hummalı bir telaşe olurdu. Evin kadınları bayram temizliğine girişir ve bayramda gelen misafirlere ikram etmek için çeşitli yemekler ve tatlılar yapardı. Neyse ki hala bu gelenekten tam olarak kopmuş değiliz.

EVİN ERKEKLERİ BAYRAM NAMAZINA

Ramazan Bayramı’nın ilk günü evin erkekleri, yaşlı, genç, çocuk fark etmeksizin Hem sabah hem de bayram namazını kılmak için camide toplanırdı. Namaz sonrası camiden çıkan herkes şimdiki gibi birbirleriyle bayramlaşır ve durumu iyi olanlar lokum, mendil, çerez gibi bayram hediyelikleri dağıtırdı. Camii çıkışlarında tezgahlar kurulur, tezgahlarda yemekler, kuruyemişler, lokumlar, hediyelik eşyalar satılır ya da dağıtılırdı. Camiden çıkan cemaat mutlaka o tezgahları gezer ve evlerine öyle uğrardı. Namazdan sonra erkekler eve geldiğinde ev halkı hep beraber birbiriyle bayramlaşır çocuklar harçlıklarını alır ve kahvaltı sofrasına oturulurdu. Bayram günleri de evlerin kapıları kapalı olmaz, gelen misafirler kahvaltı masasına oturtulurdu. Eğer misafir kahvaltı vaktinden sonra geldiyse de mutlaka her gelen misafir için sofra kurulur hazırlanan yiyecekler ve tatlılar ikram edilirdi.

Günümüzde ne yazık ki, bu geleneklerden bir çoğunu artık uygulamıyoruz. Kültürümüzden uzaklaşmamız, farklı kültürleri benimsemeye çalışmamızın acı sonuçlarından bir maalesef. Bayramın ruhunu yaşamanız dileği ile, iyi bayramlar…