Bu iş teklifi bana geldiği zaman yapabilir miyim diye düşündükten sonra aklıma önce arkadaşlarım geldi. Ve onlara sorduğumda koşulsuz yanımda oldular. Benim için bu bir iş değil, günün sonunda arkadaşlarımı ağırlamak olacaktı.
Ve öyle de oldu… Eda Tokcan’la Pazar Sohbetleri’nin ilk konuğu hepimizi ekrana çivileyen bir isim… Bazen ‘Sema Momy’ diye bağrınıza basıyorsunuz bazen de acımazsızca eleştiriyorsunuz. Ama sonuç da o hiç değişmiyor, bildiğinden asla şaşmıyor.
Çünkü bir amacı var… Söylemek istedikleri, sesini duyurmak için çırpındığı konular var. Bilin ki tepkinizi de çekse, günün sonunda anlıyorsunuz onu… Ve ‘Vay be, hiç böyle düşünmemiştik’ dedirtiyor…
Tabii ki Sema Ergenekon’dan bahsediyorum.
Sizin sizin hiç Emmy alan arkadaşınız var mı? Benim var ve şimdi onunla keyifle sohbet edeceğim…
Gerçekten gururumsun, başarılarından ve olduğun kişiden gurur duyuyorum.
Çok teşekkür ederim bak utanıyorum böyle şeyler söyleyince…
Yaptığın bir sürü hit iş var… Bir de üç sezondur Yargı var. Önceki işler de izlenmiş, beğenilmiş işlerdi ama Yargı belki daha farklı kesimlere ulaştı.
‘Televizyonda dizi izlemeyi sevmiyorum daha çok dijitalden izliyorum’ diyen bir kitle var, belki daha çok o kesime ulaştı.
Ben Yargı’ya ilk başladığım zaman hissettiğim duygu şuydu; beni sıkmıyor ve bir şekilde tahmin edilemiyor. Günümüz dizilerinde olduğu gibi, şimdi kapı açılacak ve adam kadını görecek hissimizde hep yanıldık Yargı’da. Peki, yazdığın kahramanların kadar heyecan verici bir hayatın var mı?
Bence yok, rutin ve sıradan bir hayatım var ama içinde şaşırtan, sürpriz olan ya da ne bileyim afallatan, zorlayan şeylerim oluyor ama o kadar, heyecan verici bir hayat değil 3 çocuklu evde…
Dizi fikirlerin en çok hangi saatte aklına geliyor? Gece mi çalışırsın yoksa gündüz mü? Ben biliyorum ama kimse bilmiyor diye soruyorum…
Eskiden, ilk işe başladığımda onu pek tutturamıyordum. Ben gece yazmayı seviyorum ya da gecenin daha verimli olduğuna dair bir inancın oluyor. Ama ben çocuklar olduktan sonra bir rutin tutturdum. Sabah saatleri daha verimli oluyorum. Beş yıldır kendimde bir şey keşfettim; sabah uykuyla uyanıklık arası neyi nasıl yapacağımı bulup o yataktan öyle kalkıyorum. Sonra çocukları uyandırıyorum ve onlar hazırlanırken bilgisayarın başına geçiyorum. Ben bölümlerin önce sıralamasını çıkarırım genelde, onların çoğunu sabah saatlerinde yapmışlığım var. Sabahların daha verimli olduğunu ispatlayan bir sürü de çalışma var. Bazen sabah uyanıp Uğur’a diyorum ki ‘şöyle bir hikaye geldi aklıma…’ O yüzden telefonumun not kısmı şişmiş durumda; 200’den fazla fikir ve hikaye var.
Bunların hepsi başka fikirler mi? Yargı üstüne düşünmüyorsun yani sadece değil mi?
Hayır değil, hepsi farklı fikirler. ‘Bundan bir şey olur’ dediğim fikirleri hep sabah düşünüyorum.
Demek ki sen sabah insanısın…
Öyleymişim bunu keşfetmem 15 yılımı aldı.
Karakterlerinden biriyle yemek yemek isteseydin… Kiminle isterdin?
Ooooo… Hiç böyle bir soru sorulmamıştı bana…
Emek verdik herhalde efsane sorularım var sana…
Buna çok zor cevap verebilirim…
Sohbetin aktığı zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağın bir karakterini soruyorum sana…
Çok zor bir soru. O kadar çok dizi ve o kadar çok karakter var ki eskiden gelen. Yargı özelinde desem… Seçemiyorum… Bunu düşüneceğim ve aklıma gelirse röportajın sonuna kadar sana söyleyeceğim.
Peki… Kendine yakın hissettiğin bir karakter var mı? Yarattıkların arasında…
Aslında şöyle, her projede bütün karakterler senden bir parça taşıyor. Ama bazıları daha yoğun tabii ki… Mesela bana soruyorlar ‘Sen Ceylin misin, Ilgaz mısın?’ diye. Aslında ikisiyim de. Onların birbirine karşı düştükleri hal, benim kendi hayatımda da tek başına yaşadığım çelişkiler. Benziyor muyum, bence biraz Ilgaz’a benziyorum. Herkes Ceylin’e benzediğimi düşünüyor ama biraz daha doğrucu tarafım Ilgaz’a benziyor.
Hiç yazdığın bir metin için ‘Ben bunu oynamam’ diyen bir oyuncuyla karşılaştın mı?
Çooooook… ‘Ben bu sahneyi sevmedim, ben bunu oynamak istemiyorum.’
Tavrın ne oluyor? Sinirlenir misin yoksa beğenilmediğini düşünüp üzülür müsün?
Eskiden sinirleniyordum ve sert bir karşılık veriyordum. Ama şimdi neden oynamak istemediğini anlayıp eğer ben kendim gerekli görüyorsam onu ikna etmenin bir yolunu buluyorum. Ya da zaten altındaki nedenleri anlatınca ikna oluyorlar. Ama eskiden daha sert tepkiler gösterirdim, eskiden oyuncular da daha sertti ama. Şimdi artık senarist, yaratıcı hikaye sahibi daha fark edilir, daha değer verilir oldu. Kıymetleri, değerleri biliniyor artık. Eskiden daha sekreter muamelesi görülürdü. ‘Öyle yazma, böyle yaz, burası şöyle olsun’ gibi… Sette senaryo değiştiren, ‘Orası şöyle olur, verin ben yazarım’ diyen oyuncular mı görmedik. Bazı hadsizlik ve haksızlık boyutuna geçecek kadar önemli olaylar yaşadım. Son zamanlarda yaşamıyorum tabii ki…
Demek ki insanlar artık senaristlerin bu işin kemiği olduğunu daha iyi anlamış…
Yapımcı, senaristini sayarsa ve sınırları koyarsa yani kısacası yapımcı senaristini kollarsa herkes o saygıyı duyuyor.
Dizi fanlarından çok fazla yorum alıyorsun. Aldığın en tuhaf yorum ne? Cevap verdin mi ona ya da ne cevap vermek isterdin?
Şu güne kadar ‘Sema Momy’leriydim ama övdükleri kadar hızlı yerebildiklerini de gördüm. Ben de yüksek enerjisi olan, haksızlığa çok gelemeyen biriyim. Hiç düşünmediğim bir şeyi kesin öyle yapmışım gibi öngörerek ‘bunu da kesin böyle yapmıştır’ diyebiliyorlar. Alakası bile yok. Bu haksızlık. Cevap hakkım yok… Hangi birine vereceğim. Cevap hakkı olmayan birine saldırma halini biraz acımasızca buluyorum. Ve bu da çok üzücü benim adıma. Dedim ki biraz sosyal medyadan uzak durayım, ama onun da çözümü yok. Yani bilmiyorum biraz aramız şu ara bozuk fanlarla.
Tuğçe’nin dövüldüğü ve ona tecavüz edildiği sahne nedeniyle fazla tepki çektin.
Onu söylemek istiyorum aslında. Biz, Yargı’ya konteynırda bir genç kız cesedi bularak başladık. Tuğçe’nin olayından birkaç bölüm önce bir amca ile yenge ilişkiye girdikleri için bunu gören çocuk öldürüldü. Biz hep çok serttik. Ama burada tabii ki onların tanıdığı, bildiği, sevdiği bir karaktere gelince sıra bir anda canavar oldum. Aslında hep var olan olaylardı ama tanıdığımız birinin başına gelince olay oldu. Aslında burada da şöyle oluyor; tanımadığın birinin başına gelince arkamızı dönüyoruz ya mücadele etmiyoruz. Sadece kendi çevremiz ve yakın çevremizle ilgili mücadelemiz var. Bu fizyolojik durumu da ben kendi adıma doğrulamış oldum.
Ben izlerken senin bir şey bağırdığını anladım.
Ne bağırdığımı sonraki bölümlerde görecekler. Bu olayı murad ettiğim bir şey için yazdım. 90. bölüme geldiklerinde neyi tasarladığımı, neyi tartışmak için ortaya attığımı anlayacaklar. Keşke diziler bir şeyleri değiştirse maalesef o kadar kuvvetli değiliz. Ama en azından insanlara ‘aa bu da var’ dedirteceğim bir yer var, aslında her şey onu anlatmak, yeni ve farklı bir bakış açısı sunmak içindi. Umarım onu izlediklerinde ‘anladım hepsi bunun içinmiş’ derler.
Bir de bu sahnelerde Uğur’u seçtin. Tamam izlerken kocan olarak görmüyorum tabii ki ama biraz kazık atmış gibi oldun. Ben onun ağladığı sahnede çok kötü oldum. Bence korkunç etkilendi oynarken…
Çok etkilendi. Bir hafta on gün evde mutsuz ve enerjisi çekilmiş bir şekilde dolaştı. Orada Uğur’u ve Tuğçe’yi seçmemdeki neden şu: Bu hikaye anlatılırken herkesin acı çektiği ve sınandığı anlar oldu. Eren ve Tuğçe’nin hep etrafı sınandı. İlk kez Eren’e direkt bağlanan, temas eden bir olayla sınanmasını gördük. Aslında artık sıra ona geldiği içindi.
Sana bir şey dedi mi?
Çok mutlu oldu. Oyunculuklarını göstermek için bir alan onlara, bambaşka bir yüzünü gösteriyor seyirciye. İntikam almaya dönüşen bir adam. Orada karakterin dönüşümü var. Oyuncular bu manada mutlu oluyorlar. Ben niye bu acıyı yaşıyorum demiyorlar.
Ama çok ağladı arkadaşım ya…
Ben de izlerken ağladım. Tanıtımlarda bile ağladım, yazarken de ağladım. Ama var Eda bu… Geçen gün sucu adamın hikayesi hemen arkasından patladı. Yargı’nın gerçek dünyayla arasında bir bağ, bir enerji var. Şimdi bana diyorlar ki ‘doktordan tecavüzcü mü olur?’ Bunun mesleği var mı? Herkesten var. Duymadık mı? İnsandan var. Ne meslek yaptığıyla ne alakası var!
Ilgaz’a da söylettin bunu dizide: “Sosyal medyadan sallamakla olmuyor, icraat lazım ki caydırıcı olsun karşı taraf için.”
Hayır… O daha önce yazdığım bir cümleydi. Üç bölüm stoklu gidiyoruz biz. Bana onu da söylediler. ‘Bakın bize küçük aklıyla oradan laf sokuyor’ diye…
Ama tam yerine oturdu laf….
Ben senaryoyu buna malzeme eder miyim? Böyle bir şeyin derdine de düşmem. Senaryolar daha önce yazılıyor. Siz 88’i izlerken 92 yazılıyor. Benim orada bahsetmek istediğim, bir olay oluyor herkes telefonların başına geçip ahkam kesmeye başlıyor ve bunu sadece klavyede yapanlara lafım. Ben mesela hiç öyle paylaşımlar yapmam. Söyleyeceğim şeyi ya da etkim olabileceğini düşündüğüm olayları işimle yapmaya çalışıyorum. Ben aslında onu demek istemiştim. Alındılar bana…
Yazı yazarken Uğur’a bulaşır mısın?
Anlatıyorum devamlı… ‘Sence bu hikâye nasıl olur’ derim. Bazen sabah kalkıyor, gözünden uyku akıyor, sete gidecek tabii onun gözüne ve hikâyeyi hissetme durumuna çok güvendiğim için duymak istiyorum fikrini…
‘İnanmadım hikâyeye’ dediği zaman ne yapıyorsun peki? Vazgeçer misin fikrinden… Ne olursa olsun eşin. Sonuçta hepimiz duygularına ve düşüncelerine önem verdiğimiz insanlarla beraberiz…
Vazgeçmem… Neden inanmadığını sorgularım. Sonuçta fantastik tüm hikayelere baktığımızda anlatılınca bizi inandırması çok zor ama o öyle bir yazılıyor ki izlerken seni inandırıyor. Bu hikâyenin inandırıcı hale gelmesi için ayaklarını tam yerine oturtmalıyım. Ben ona ekstra özen gösteriyorum vazgeçmek yerine onu inandırmak adına başka yollar arıyorum.
Bu senaryo bence şöyle olmalıydı diyen insanlara gıcık oluyor musun?
Yok. Ama şöyle; bir sınırı aşmazsa gıcık olmuyorum. Bir sınırı aşarsa, ahkam kesildiği zaman evet ona gıcık oluyorum. Tabii ki Ali (Yönetmen) ya da Kerem (Yapımcı) veya ekibimden biri bir şey dese çok önemsiyorum.
Dizi sona erdiğinde karakterlerin için bir emeklilik planın var mı? Mesela Ilgaz ile Ceylin çok mutlu olsunlar… Birileri barışsın. Ya da biri ölsün diyor musun? Yazdığının ötesine gidiyor musun?
Gitmiyorum. Onlar orada son karede yaşamaya devam ediyorlar.
Senaryoyu yazdıktan sonra ‘bunu ben mi yazdım’ diyor musun? Hani çocuklarımıza bakınca deriz ya ‘Ben mi doğurdum bunu’ diye bir annelik iç güdüsüyle…
Hahahahah… Güzel oldu derim ama bir hayranlık duymam. Ben de bir şey oluyor aradan üç gün geçip okuduğumda revize ediyorum. Bir ara eski yazdığım senaryoları okudum. ‘Bu nasıl deli saçması, ben bunun nasıl olacağını düşünmüşüm’ diye kendime söylendiğim anlar, sonsuz değişen fikirler var.
Yazdığın sahne beklemediğin ve istemediğin bir şekilde çekildiğinde tepkin nasıl oluyor? Tekrar çekilmesini istiyor musun? Sonuçta sen vermişsin duygusunu ama aynı şekilde duyguyu alamıyorsun…
Çok geliyor başımıza… Eğer iş ilk başlarındaysa 1. veya 2. bölüm ise o zaman ‘bu böyle olmamış’ dediğinde yapımcı da sana katılıyorsa o zaten yeniden çekilebiliyor. Çünkü orada zaman var. Ama şu anda 5 günde bölüm çekiliyor ve yayına giriyor. Oyuncu çekiyor, Almanya’ya gidiyor atıyorum. Veya mekanla anlaşmamız bitmiş. O zaman çekmek çok zor. O lükse sahip değiliz.
O zaman Emmy’e geçelim… Doğru söyle… Bu kadar inandın mı?
Valla ben inandım…
Yani alacağınıza emin miydin?
Ben emindim…
O anda seni canlı olarak izlediğim için bunu soruyorum… Suratını, bakışını, heyecanını yaşadım ama hiç emin gözükmüyordun.
Kimse emin değildi. Beni de düşürdüler. Bir yandan da çok yüksek olduğumu fark ettiler. Ben yüzde 100 inanırken onlar benim kafamda değildi.. Ben de ara sıra ‘alamayacağız mı acaba’ demeye başladım. ‘Bu imkansız bir şey de, ben mi abartıyorum, kendimi bir düşe mi kaptırdım’ diye sorgulamaya başladım. Ama içim emindi; ilk baştan beri aday olacağımıza da, seçileceğimize çok emindim. Hep de söylüyordum.
Nasıl hazırlandın, kıyafet falan nasıl ne giyeceğine karar verdin? Profesyonel biriyle mi çalıştın?
Evet. Aday olduğumuz açıklandıktan sonra Rutkay’ı aradım. ‘Rutkaycım ben Emmy’e gidiyorum’ dedim ve yardım istedim ondan. Bütün her şeyimi o dizayn etti zaten. Ondan öncesinde katıldığımız madalya töreninde ne giyeceğimize kadar onunla birlikte karar verdik.
Mesela stresten şiştin mi? Ben kesin şişerdim; elbiseye girebildin mi?
Girdim girdim 🙂 Yok şişmedim…
Sen bekledin bu ödülü…
Bir gün öncesinde ‘acaba alabilir miyiz’ oldum. Sonra tabii içeri girip halıda yürüyorsun ya, fotoğraflar falan… ‘Alacağız, alacağız’ demeye başladım kendime ama herkes o kadar tedirgindi ki ve çok güçlü rakipler de var. Onlar senden daha kısa süre yayınlanıyor. O zaman çekmek için daha fazla zamanları var. O olay beni biraz korkutmaya başladı.
Bütün rakip işleri izledin mi ya da sadece Google’dan mı araştırdın?
Aday olan dizilerin hikayelerini okudum. Çok güzeldi tanıtımlar, tek tek izlemedim ama. Belki o bile çok inandığım için olabilir. Artık aday olmuştuk. Yapacak bir şey kalmamıştı.
Ben de izledim senin yüzünden. Takip etmeye başladım Emmy’i. Kimseye söyleyemediğin bir şey hissettin mi?
Yok her şeyimi herkesle paylaştım.
Ben o gece yaşadığımı anlatırken hep aynı hikayeyi söylüyorum. Gece 4 müydü neydi sen Emmy aldın. Seninle mesajlaştık, gözlerim dolu dolu çok gururluyum. Ve hemen Esra’ya (Esra Erol) mesaj attım “Kalk kalk, Sema Emmy’i aldı” diye… O da uyuyakalmış beklerken, 6 gibi uyanmış hemen ‘gerçekten mi?’ diye yazdı. Biz de sabah ağlaştık onunla. Seninle gurur duyduk. İlk Türk işi değil mi?
Hayır aynı kategoride Kara Sevda da ödül aldı.
Ama hep ilk diye lanse ediliyor.
Kara Sevda bittikten sonra bu ödülü aldı. Bizim şansımız işimiz devam ederken aldık. O çok yankı yaptı.
Sana sence en çok kim inandı? Tabii ki senden sonra…
Uğur ve ekipten Devrim ile Bahar. Zaten bu hikaye ortaya çıktığı zaman ilk okuyan Uğur’du. Sonra da Devrim ve Bahar. Dolayısıyla ilk temas edenler daha çok inandı…
Aslında biz de yayınlanmadan 3 sene önce hikâyeyi dinlemiştik senden.
Evet, evet konuşmuştuk gerçekten. Anlatmıştım.
Çok iyi bir ekibin var hem de çok iyi. Danışmanlarla da çalışıyorsun…
Kesinlikle ekibimin dışında avukatlar var, polisler var, psikolog var.
Yazar olmak isteyen insanlara söylemek istediğin bir şey var mı? Şunlar sizi hiç yıldırmasın demek istediğin bir şey belki?
Şöyle anlatayım; sen yazıyorsun ve onu herkesin eleştirme lüksü oluyor. Ben kulağımızı kapatalım eleştirilere demiyorum ama kalbinden geçenin özünü bozan insanlara müdahale ettirirsen artık o olmaktan, senin içinden çıkandan, bağlantı kurduğundan, kalbinin parçası olmaktan çıkıyor. Bazı yerlere dokundurtmamayı bilmek gerekiyor yazdığında…
İşi arşa çıkardın arkadaşım bundan sonraki planın hazır değil mi? Asla anlatmazsın da…. Bunu da anlatmam lazım, mesela dizi reklam arasına girmiş son sahne var uykun gelmiş ama çok merak ediyorsun bazen arıyorum ‘Sema Allah aşkına söyle şu son sahneyi ne olacak uyuyamıyorum!’ diye, asla anlatmaz…
Söylememmmmm…
Emmy’i aldık da Oscar’ a gider miyiz? Bak gideriz…
Benim çok inançlı, çok umutlu ve gaza gelen bir yapım var. Öyle bir çocuk var içimde. Dolayısıyla neden olmasın…
Ben mesela şimdi dijital bir iş yapıp bir onu görmek istiyorum. O da farklı bir kası çalıştırmak çünkü, yazarlık kası. Film yazıp bir onu görmek istiyorum. Gene televizyonda iş yapmaya devam ederim… Ulusal tabii çok yorucu ama seni antrenmanlı ve hayatta tutuyor. Her hafta heyecanlı, sağlıklı ve dinamik hale getiriyor. Ama diğerlerini de merak ediyorum hiç dijitale iş yazmadım ya da film. Onları yapabiliyor muyum bir bakmak istiyorum. Bir boyumun ölçüsünü görmek istiyorum açıkçası. Bittikten sonra biraz dinlenip kendime zaman verip not defterimi açmak istiyorum.
Pazartesi günleri hemen reytinglere bakar mısın? Mesela ben, ‘Çok Akustik’ cumartesi akşamı yayınlandığı için daha hiçbir pazar sabahı 9.45’ten geç uyanmadım. Çünkü ilk ben bakmalıyım, ilk ben görmeliyim heyecanını hiç atamadım. Sende de öyle mi?
İlk başlarda oluyor. Sonra bir düzene oturdu mu daha rahat bakıyorsun ama bugüne kadar ben de hiç saat 10.00’u geçirmedim geldiği anda bakarım.
Çok teşekkür ederim arkadaşım benimle olduğun için…
Uğurlu gelsin sana… Çok tatlı yapıyorsun. Harika sorular hazırlamışsın. Ben teşekkür ediyorum.