27 Nisan 2024

Fenerbahçe vereminden Cemal Süreya golüne: Memmet Fuat

1945 yılının soğuk günlerinde iki gün üst üste maç izlemeye giden futbol tutkunu o genç adam, Karagümrük Stadı’ndan çıkmış ertesi günkü maçı seyretmek için Fenerbahçe Stadı’na gitmeyi planlarken bir şeyden habersizdi; yarınki karşılaşmadan sonra ateşi 37’nin altına düşmeyecek ve birkaç gün içinde de acı bir hastalığa yakalanacaktı: Verem!

ATEŞLE UĞRAYAN GELECEK

16 Şubat 1926’da İstanbul, Erenköy’de doğan o genç adam çok değil, henüz ortaokulun başlarındayken tutuldu futbol ve Fenerbahçe sevdasına. Fenerbahçe Stadı’nın hemen yanındaki “Kadıköy 1. Orta”da okuyor ve sık sık yanı başındaki stadyuma gidip futbolcuları ve o zamanlar orada antrenman yapan atletleri seyrediyordu. O günlerde sahadaki takım çalışması, birliktelik ve estetik hareketler adeta büyülüyordu onu. Ama 2 sonucundan habersizdi o büyünün; yıllar sonra kendi takımıyla Fenerbahçe’yi o sahada devirecek ve futbola düşkünlüğünün yan etkisiyle Türk Edebiyatı’nın seyrini kökten değiştirecek bir yola girecekti. Hayat, onun gelecek senaryosunu yazmak için kalemi eline aldığında o 19 yaşındaydı ve tir tir titriyordu veremin ateşinden…

“OĞLUM MEMET!”

Ömrü boyunca onu kısıtlayıp solunumunu bir bıçak gibi kesen o hastalığa yakalandığında Haydarpaşa Lisesi’ni bitirmek üzereydi ve hedefi Yüksek Mühendis Mektebi’nin Mimarlık bölümüydü. Ortalaması da yetiyordu bu hayalini gerçekleştirmeye fakat doktorunun kararı da en az hastalığı kadar keskindi; “Zayıf ciğerleri ve tedavi gerekliliğinden ötürü devam zorunluluğu olmayan bir bölüm!” O gün milyonlar adına, kusursuz bir üçgen harekete geçmişti; ona hasretle “Oğlum Memet!” diye seslenen Nâzım Hikmet, Nâzım’ın deyişiyle kendi eserlerinin üstünde çok etkisi olan, üstün sanat becerisine sahip annesi Piraye ve o Fenerbahçe maçının acı sonuyla mimarlık arzusundan kopup İngiliz Dili ve Edebiyatı’na başlayışı… Edgar Allan Poe, John Steinbeck, Erskine Caldwell ve Jack London’dan öyküler, Walt Whitman’dan şiir çevirileri, ülke tarihinin en özenli yayınevinlerinden biri olan De Yayınevi, Yazko Edebiyat, Adam Sanat ve Yeni Dergi gibi değerler Karagümrük ve Fenerbahçe Stadlarından sonraki durağı olacaktı. Memet Fuat, Türk Edebiyatı’nın çimlerine keskin bir 10 numara olarak ayak basıyordu işte…

4.PENALTI GOLÜ

Yazılar yazan bir mimar olmaktı hayali fakat artık spordan kopamayan bir edebiyat adamı olmuştu. Türk Edebiyatı’na yeni isim ve eserler kazandırırken bir yandan da aklı sokakta top oynarken bağırıp çağırıyorlar diye azarlanan çocuklardaydı. Şiirsel bir çözüm buldu sonra; bu çocukları toplayıp sporcu eğitimi verecek, birlikteliği ve sportmenliği öğretecekti. Fakat bu adım öylesine büyüdü ki, önce öfkeli komşular yatıştı, anne-babalar çocuklarının maçlarını izlemeye geldi, sonra da bir kulüp kurma düşüncesi bütün Altunizade semtine yayıldı ve Altınyurt Gençlik ve Spor Kulübü kuruldu. Kurucu üyeleri arasında Memet Fuat, Metin Yasavul ve Tuna Baltacıoğlu’nun olduğu bir spor serüveni böyle bitemezdi elbet. Bitmedi de, zaman içinde Galatasaray ve Fenerbahçe genç takımlarını mağlup eden, Memet Fuat’ın yabancı futbol kitaplarıyla antrenman yaptırdığı o genç adamlar, artık kulüp bünyesinde edebiyat çalışmaları yapıyor, tiyatro oyunları sahneliyor ve satranç, müzik, eskrim, resim, fotoğraf ve voleybola kadar birçok etkinliğin üyeleri oluyordu. Bir kadının bir akşam camdan “bağırış çağırış kafam şişti, defolun başka yerde oynayın!” çığlığı Memet Fuat’ın adımıyla Halkevleri’ne benzer bir eğitim madenine dönüşüvermişti. Sokaktan kovulan çocuklar bir takım olmuştu böylelikle. Daha sonraları futboldan voleybol antrenörlüğüne geçen ve milli takım hocalığı dahi yapan Memet Fuat, 19 Aralık 2002’de akciğer yetmezliğinden hayatını kaybetti. Edebiyatın büyük adamı, Fenerbahçe’nin “hasta” taraftarı ve yüzlerce sporcuyu sanatla iç içe yetiştiren o eğitim insanı bir de tarihe geçen ironik bir gol yedi ama… Ülkü Tamer, anılarını kaleme aldığı Yaşamak Hatırlamaktır’da şöyle çizer o günlerin – pek bilinmedik – tablolarından birini;

“Düzenli maçlar yapıyorduk artık. Kemal (Özer), Adnan (Özyalçıner), ben en has “müdavim”lerdik. Adnan kalede oynuyordu. Kemal savunmanın belkemiğiydi. Memet Fuat, sırtında ceketi, orta alanda takımı yönetiyor, ayağına gelen topları milimetrik paslarla dağıtıyordu. Ben ise “gole giden bir panter” olarak koşturup duruyordum. Her keresinde 8-10 kişi oluyorduk mutlaka. Arada bir Demir Özlü, Ferit Öngören, Feridun Metin Aksın, Cemal Süreya, Edip Cansever de katılıyordu bize. Bir keresinde Asım Bezirci bile gelmişti.”

İşte o kafiyeli maç günlerinin birinde Cemal Süreya, Memet Fuat’a bir teklifte bulunur; “Fuat, geç kaleye, üç penaltı atacağım. Üçü de gol olursa bizim bir arkadaşın şiir kitabını ücretsiz basacaksın.” Memet Fuat bu hoş meydan okumayı kabul edip kaleye geçer ve başlar penaltılar. Cemal Süreya bu, Türk Şiiri’nin en incecisi, üç vuruşta da topu yollar ağlara şiirlerindeki gibi. Ama kaleci Fuat sözünü unutur. 1 yıl sonra Cemal Süreya’nın o arkadaşı başka bir yayınevinden yayınlatır kitabını. Hesapta olmayan 4. penaltı golü o kitabın kapağındaki 5 kelimeyle gelir; Ahmed Arif – Hasretinden Prangalar Eskittim…

 

ETİKETLER: