ANN’nın doğum haftasında gelen ilk yazı, dünyanın birçok yerinde kutlanan (!) 8 Mart Dünya EMEKÇİ Kadınlar Günü ile ilgili olmalı diye düşündüm. Ayrıca emekçi kelimesine bilerek vurgu yaptım, ki ona birazdan geleceğim.
İlk olarak, “kutlama” kelimesinin bana verdiği rahatsızlık hissinden bahsetmek istiyorum. Daha önce karşılaşmış ama unutmuş olanlar ve ilk kez duyma ihtimali olanlar için kısaca üstünden geçelim mi?
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak işçiler polis saldırısına uğradı ve fabrikaya kilitlendi. Bunun hemen arkasından çıkan yangın esnasında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucu, 129 kadın işçi can verdi.
Peki, bu grev ne için başladı?
“Eşit işe eşit ücret”, çalışma saatlerinde azalma ve doğum izni istemiyle greve başlandı. Hak aramanın sonucu ise, birçok kadının ölümüyle sonuçlandı. Bu katliamın adı maalesef 53 sene sonra gündeme alındı!
1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler adına 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” (International Women’s Day – Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi. Öneri oy birliğiyle kabul edildi. 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda bu özel anma gününün tarihi 8 Mart olarak saptanırken, saygı duruşunun adını da “Emekçi Kadınlar Günü” koydular. O sebeple kutlama değil, anma. O sebeple “EMEKÇİ” kadınlar günü…
Ayrıca tarih dersinden hoşlanmayan küçümenler için bir not. Emekçi Kadınlar Günü’nün tüm dünyaya yayılmaya başlaması 1960 hatta 70’li yılların sonunu bulurken, Türkiye’de 8 Mart ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. Nasıl oldu da oralardan buralara evrildik? Yorumsuz.
Gelelim işin özüne; kadınlar insanlık tarihi boyunca bir birey olarak her anlamda eşit şartlara sahip olmanın bedelini zorlu mücadelelerle ödedi. Şimdi geldiğimiz noktada öz eleştiri yaparsam, ki belki bu esnada siz de yapmak istersiniz, hepimizin bu anmada önde bayrak tutmayı hak etmediğimizi düşünüyorum.
Dünyanın birçok ülkesinde birtakım kadınlar eşitlik, adalet gibi bireysel hakların cinsiyet farkı gözetmemesi gerektiğini hatırlatmak ve farkındalık kazandırmak için 8 Mart’ı bekliyor.
Bazı yerlerdeki birtakım kadınlar da hayatındaki kişiden hediye almayı umuyor, zincir güzellik ve bakım ürünleri mağazalarındaki indirimleri bekliyor. Yahut üst düzey yetkiliyse içinde bol “kadın dayanışması ile cinsiyet eşitliği” geçen etkinlikler düzenleyerek, olumsuz şartları fırsata çeviriyor. Laf aramızda bu naraları atan da en çok iş yerinde kadın çalışana mobbing yapan daha güçlü (!) kadınlardır.
Şimdi günümüzde kendi coğrafyamızdaki sorunlara birkaç ana başlıkla göz atalım ve yine onların kaynaklarına da bakalım. Baş köşede kadın cinayetleri var! Çoğunlukla hayır kelimesine aşina olmayan, sözünün dinlenmesine alışkın, ailesinin “paşası” olarak yetişen adamlar tarafından muhtemelen bir boşanma durumu sonucu işlenen cinayetler. Kim işliyor? Bir erkek. O erkeği kim yetiştiriyor? Bir kadın. Alimden zalim, zalimden alim doğar derler.
Elbette hepsinin sebebi kendini kadınlardan üstün gören bir bilinçle yetiştirilmiş adamlar değil. Ama annelere bu konuda farkındalık kazandırmak, en azından birkaç yaraya çare olabilir.
Diğer başlıklardan biri de iş yerinde eşit şartlara sahip olamamak! Evet, zaten sistemde yer bulmak adına epey eziyet çekiyoruz. Peki, canım hemcinslerim neden üstümüzdeki baskı yetmezmiş gibi birbirimize hayatı dar ediyoruz? Hepimiz değil tabii. Aramızdaki takla atmayan güvercinlere sesleniyorum. İş dünyasında da durum değişmiyor anlayacağınız. Özellikle yüksek statülerdeki hemcinslerimiz, eline fırsat geçtiğinde tövbe estağfurullah bir hallere bürünüyor. Bizzat yaşadığım ve şahit olduğum öyle anlar var ki gerçekten başka düşmana ihtiyacımız yok. Mesela ben bir zamanlar boyum uzun diye bir kadın üst yöneticimden etek ve topuklu ayakkabı yasağı yemiştim. Bir arkadaşımızın yöneticisinden daha bilgili diye 4 sene ıskartaya çıkarıldığını bilirim. Yeni başladığım iş yerinde ekipteki erkek çalışanları beni dışlaması için manipüle edenler mi dersin? “Ona iş vermeyin.” diyenler mi? Ah ah neler gördü bu gözler. Neden yapıyoruz mesela? Neden birlik olmak, destek olmak varken önce birbirimizin sırtına hançer vuruyoruz? Enteresan.
Son bir başlıktan daha bahsedeceğim, sonrasını artık tümdengelim şekilde siz çözersiniz. Aldatılmak! Bir erkek tarafından aldatılmak, onur kırıcı duruma düşürülmek. E, adam bunu tek başına yapamaz ya! Bakın başkasına âşık olmaktan, ilişkinin her iki tarafa da zarar vermesinden, mutsuz olmaktan dolayı evliliği sonlandırma isteğinden bahsetmiyorum. Bunu onurlu bir şekilde yaptığında hiçbir sıkıntı yok bence… Lakin senin evde dünyadan haberin olamadan ve hatta düzgün bir ilişkin var zannederken, dışarda pek çok dolabın dönmesinden bahsediyorum. Adamın evli olduğunu duyunca uzasak mesela, uluslararası gizli bir anlaşma imzalamışız gibi… “Git mabadın yiyorsa, karına anlat. Boşan da gel.” desek? Bu yeni normal olsa ve bir kadının elleriyle bir başka kadının gönlü kırılmasa?
“Kadın Dayanışması” kelimeleri kutlama sunumlarında, afili reklam cümlelerinde ve sosyal sorumluluk projelerinde geçmese sadece. Söylendiğinde yüreğimizde titreme hissetsek. En azından buradan başlasak olmaz mı? Sonra kol kola savaşırız, daha güçlü bir şekilde ve sistemden eşitlik, adalet, yaşama hakkı isteriz var gücümüzle! İş hayatında, adalet sisteminde, sosyal hayatta daha çok aktif oluruz.
Önce birbirimizin yolunu karartırken, başkasından yolumuza ışık olmasını bekleyemeyiz. Medeniyetin de geleceğin de anahtarı kadındır! Değerimizi bilmek ve bugünlere gelmemize sebep olan geçmişteki nice yürekli kadını unutmamak dileğiyle…
İlk söz de son söz de hep onda…
Kadının toplumdaki yerinin altını her zaman çizen canım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle bitirmek istiyorum bu ilk tanışmamızı, “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur”.
Kaynaklar:
evrensel.net
Wikipedia