İki hafta önce Paris’te gezerken “Carrousel Köprüsü’nün” girişinde yeni bir heykel gördüm.
Enstalasyon da diyebilirsiniz.
Fransız sanatçı Daniel Hourde tarafından tasarlanmış.
Adı “L’Arbre Aux Mille Voix…”
Yani “Binbir Sesli Ağaç…”
FİKİRLERİN DOGMATİZM KARŞISINDAKİ KIRILGANLIĞI…
Sanatçı bunu fikirlerin dogmatizm karşısında ne kadar kırılgan olduğunu anlatmak için tasarlamış.
Her dalında çelikten yapılmış yaprak şeklinde kitap kapakları var.
Heykelin başında yarım saate yakın bir süre geçirdim ve aşağıdan görülebilen bütün kitapların kapaklarını yazmaya çalıştım.
Neredeyse hepsi insanlığın ortak kültürel varlığı haline gelmiş kitaplardı.
Görebildiğim kitapların listesi şöyleydi:
ÇOĞU TÜRKÇE’YE ÇEVRİLMİŞ KİTAPLAR
(*) Cioran: “Varolma Eğilimi…”
(*) Stephan Malllarme: “Şiirler”
(*) Colette: “Vagabond”
(*) Raymond Radiguet: “İçimizdeki Şeytan”
(*) WilliaM Faulkner: “Ses ve Öfke”
(*) Celine: “Mort a Credit”
(*) Gabriel Garcia Marguez: “Kırmızı Pazartesi”
BİR DALDA TANIDIK BİR TÜRK YAZAR…
Tabii bir Türk olarak yaprakların birinde bir Türk yazarın kitabını aradım.
Gururla gördüm ki varmış.
(*) Orhan Pamuk: “Benim Adım Kırmızı”
(*) Svetlana Alexieviç: “La Guerre N’a pa Un Visage”
(*) Milan Kundera: “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”
(*) Tennesse Williams: “Kızgın Damdaki Kedi”
(*) George Bataille: “Experience Interieure”
(*) John Steinbeck: “Gazap Üzümleri”
(*)Chateaubriand: “Vie de Rance”
BİR ÇOK YAPRAKTA LATİN AMERİKA VAR…
(*) James Joyce: “Ulysse”
(*) Walt Whitman: “Çimen Yaprakları”
(*) Virginia Woolf: “Kendine Ait Bir Oda”
(*) Françoise Sagan: “Günaydın Hüzün”
(*) Miguel de Unanumo: “Niebla”
(*) Turgenev: “Premier Amour”
NIETZSCHE’SİZ BİR DAL KUPKURUDUR…
(*) Dostoyevski: “Ecinniler”
(*) Otto Rank: “Don Juan et le Double”
(*) Nietszche: “Böyle Buyurdu Zerduşt”
(*) Paul Leataud: “Le Petit Ami”
(*) Oscar Wilde: “Dorian Gray’ın Portresi”
(*) Pier Paolo Pasolini: “Une Vie Violante”
KAYIP ZAMANIN PEŞİNDEKİ KİTAPLAR…
(*) Stephan Zwieg: “Amok”
(*) Jorge Luis Borges: “Fictiones”
(*) Nerval: “Le Filles du Feu, Les Chimieres”
(*) Marcel Proust: “Kayıp Zamanın Peşinde”
(*) Guy de Maupassant: “Toparlak”
(*) Jane Austen: “Gurur ve Önyargı”
KAFKA, KÜÇÜK PRENS, MUSİL…
(*) Kafka: “Dava”
(*) Musil: “Nuiteliksiz Adam”
(*) Antoine de Saint Exupery: “Küçük Prens”
(*) Jack Londan: “Martin Eden”
(*) Aravind Adiga: “Beyaz Kaplan”
(*) Arundhati Roy: “Küçük Şeylerin Tanrısı”
ALBERT CAMUS’UN “YABANCI”SI OLMAYAN BİR AĞAÇ OLABİLİR Mİ?
Özgürlük Ağacı’nın üzerinde daha başka kitaplar da vardı ama aşağıdan görebildiklerim bunlardı.
Türkçe çevirisi bulunanların Türkçeleri’ni verdim.
Ağacın etrafında 7-8 kere dolaşıp, Albert Camus’un “Yabancı”sını, Sartre’ın “İş İşten Geçti”sini, Baudelaire’nin “Kötülük Çiçekleri”ni aradım ama göremedim.
Bence onlar olmadan eksik bir ağaç olurdu bu.
Hele hele Seine Nehri üzerindeki bir köprüdeyse…
ORHAN PAMUK VARSA YAŞAR KEMAL DE OLMALI…
Tabii herkesin kendine ait bir “Binbir Ses Ağacı” vardır ve herkesin o dallara asacağı yaprak kitaplar farklı olabilir.
Mesela benim için Orhan Pamuk’un kitabının olduğu bir ağaçta Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i yoksa o ağacın yaprakları, sonbahardan önce dökülmeye başlamış demektir.
Thomas Mann’ın “Tonia Kröger”ı yoksa o ağacın renkleri eksik demektir.
T.S. Eliot’un “Waste Land” (Çorak Ülke’si) yoksa o ağaç değil, bir kaktüstür demektir.
BU HEYKEL GALATA KÖPRÜSÜ’NÜN BAŞINA KONSAYDI…
İşte o zaman yaprak kitaplarım hazırdı:
“Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı, Enis Batur’un “Kandil”i Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece”si, Cemal Süreya’nın “Üvercinka”sı, Ece Ayhan’ın “Devlet ve Tabiat”ı, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ını mutlaka koyardım.
Tabii arkasından 500 yıllık koskoca bir ulu çınarı dolduracak kadar yaprak kitap asardım oğacın dallarına.
KÖPRÜNÜN ÖTEKİ TARAFINDAKİ PARİS MARATONU’NU SEYREDERKEN…
Köprünün öteki tarafında Seine Nehri’nin kenarında Paris Maratonu yapılıyordu.
Her etnik gruptan, her dilden türlü çeşit giyimli binlerce insan yan yana koşuyordu.
Edgar Morin’in 20. yüzyıla damgasını vuran o cümlesini hatırladım.
“Gerçek medeniyetler sadece homojen toplumlarda mümkündür.”
Hemen arkasında ise Louvre Müzesi… Piramidin önü kuyruktaki insanlarla doluydu…
Paris’in bu tarafında “Milli ve Yerli” kelimelerinin yeri yoktu.
Binbir Sesli Ağacı’nın dallarından sarkan kitaplar bizi küresel bir insanlığa davet ediyordu.
Oradaki havayı bol bol içime çektim.
Ülkü Tamer’in şiirindeki “Gökyüzü” gibi çektim.
Yani dönüşte Türkiye’de beni bir süre idare edecek gökyüzü stokum tamamdı…
Müthiş, nefis bir yazı🙏