Hayal gücümüz, bilim kurgunun ciddi bir işgali altında. Zihnimiz, oldukça uzun süredir bilim kurgu yazarlarının ve film yapımcılarının gelecek teknolojileri bize bir vizyon olarak sunduğu, ufuk çizgisini şekillendirdikleri bir oyun alanına dönüşmüş durumda. Star Trek’teki yıldızlararası seyahatten tutun da Ex Machina’daki yapay zekâya kadar; imkânsız ve olası arasında gidip gelen ince bir çizgide ilerleyen bu kurguların gerçeklik ile olan kesişimleri günden güne bulanık bir sınıra dönüştü.
Gelin, hikâyelerin sayfalarında ve filmlerin sahnelerinde karşımıza çıkmış teknolojik gelişmelerin nasıl o kurgulardan taşıp gerçeğe dokunduğunu birlikte keşfedelim.
Bilim Kurgunun Kehanetleri
Bu geniş perspektifteki yolculuğa çıkmadan önce, bilim kurgunun temellerine inerek onun yapısında var olan kehanetlere daha yakından bakalım.
Jules Verne ve H.G. Wells; denizaltıları ve uzay seyahatlerini gerçekleşmeden çok uzun zaman önce hayal eden iki kült yazardı. Benzer şekilde Isaac Asimov’un robotik alanda öngördüğü konseptler, Arthur C. Clarke’ın ise iletişim uyduları teknolojisindeki öngörüleri gerçeğe dönüştü. Bu isimler, geleceği tahmin edebilen birer vizyoner olmanın çok ötesine geçerek bilim insanları ve mühendislere nesiller boyunca ilham kaynağı oldu.
Perdeden Gerçeğe: Teknolojinin Sıçrayışı
Sinema, ideolojik bir aygıt olmanın yanı sıra geniş kitlelere teknolojinin uzanabileceği sınırları hayal etme fırsatı sunan bir büyülü fener olma misyonunu da uzun süredir sürdürüyor.
Minority Report filmini anımsar mısınız? Hareket tabanlı arayüzlerin nasıl kolayca kullanılabildiğine hayret ediyorduk. Peki şimdi sanal gerçeklik kontrolleri ve temassız ekranların o filmdeki teknolojiden bir farkı var mı?
2001: A Space Odyssey ve Star Trek filmlerinde sesle aktifleşen bilgisayarları ise hepimiz biliyoruz. Günümüzün sesli komut alan dijital asistanları artık kolumuzdaki saatlerde bile karşımıza çıkıyor!
Yapay Zekânın Muammaları: Kurgusal Korkular
Bilim kurgu türünde özellikle yapay zekâ temasını çok uzun zamandır sık sık görüyoruz. The Matrix ve Terminator filmlerinde bilinçli makinelerin, yapay zekânın insanlık için potansiyel tehlikeleri konusunda bizi uyarma misyonu vardı. Henüz insan benzeri bilince sahip gelişmiş yapay zekâdan çok uzak olsak da bu filmler ve onlara benzer temadaki diğer yapımlar bizi kurgusal korkular gündelik yaşama taştığında ne yapmamız gerektiğini düşünmeye sevk ediyor.
Biyoteknoloji ve Genetik Mühendislik: İnsanlığın Yeni Oyuncakları
Kurgunun gerçekliği öngördüğü bir diğer alan ise, biyoteknoloji. Jurassic Park’taki genetik mühendislik çalışmalarını ve Blade Runner’ın o kurşunî tondaki biyopunk dünyasını anımsamayan yoktur.
Peki günümüzdeki CRISPR gen düzenlemesi çalışmalarının bu filmlerdeki anlatılardan tam olarak farklı yönü ne? En nihayetinde, laboratuvarlarda organların yetiştirilip büyütülmesi ile gelişen biyoteknoloji biliminin bilim kurgu filmlerinde temele aldığı hikâyelerle doğrudan örtüştüğünü biliyoruz.
Uzayın Keşfi: Bir Sonraki Sınır Nerede?
Bilim kurgunun en çok ilgilendiği alanlardan birisi ise uzayın keşfi. İnsanlığın doymak bilmez merakının da bir temsili olan uzay keşiflerini Interstellar ve The Martian filmlerinde Full HD (hatta tercihen IMAX) formatta izleme şansı bulmuştuk. SpaceX ve Blue Origin gibi özel uzay şirketlerinin insan hayatını gezegenlerarası hâle getirme adımlarını da oldukça yüksek çözünürlüklü biçimde takip ediyoruz.
Nesnelerin İnterneti: Birbirine Bağlı Bir Dünya
Ev aletlerinin birbirini yönlendirdiği, sık kullanılan cihazların kullanılma yöntemlerinden hareketle en ideal programları insanlara önerdikleri nesnelerin interneti teknolojisini duymuşsunuzdur. Her ve I, Robot filmlerinde dünyanın entegre teknoloji ekosistemleri, buna sahip akıllı evler ve şehirler de nesnelerin interneti teknolojisini temele alıyordu.
Bilim kurgu, adı üstünde; yarısı bilim, yarısı ise kurgu. Bize sunulan filmlerin, anlatılan hikâyelerin aslında gelecek vizyonunun birer fragmanı gibi olduğunu düşünürsek her şey daha da netleşecek.