1940’ların kadın film yıldızlarındaki güzellik olgusuyla günümüz kadın yıldızların arasındaki güzellik algısı çok değişmiş gibi görünüyor değil mi? Zaman ilerledikçe , teknoloji ve tıp da geliştikçe güzel olmak hala ön planda. O zamanlarda olduğu gibi günümüzde de bütün kadınlar ekranlarda gördükleri yüzler gibi olmak adına bıçak altına yatıp bir dizi acı verici işlem yaptırıyor. Güzellik algısı adeta bir virüs gibi genç ve yaşlı ayırımı bile yapmadan hızla yayılıyor.
ZEHİRLİ BİR KADEH!
Kadın güzelliği güç dinamikleri ve sembolizmle renklenen bir kavramdır. Klasik idealleri var ama yıllara veya döneme bağlı olarak sürekli değişen hedef direkleri var. Ve kadınsı olan pek çok şey gibi zamanla bu durum bu da alay konusu bile oluyor. Güzelliğin toplumsal geçerliliği Batı kültürünün ve toplumunun büyüleyici unsurları olmaya devam etse bile, kişinin kendisinde veya başkalarında güzelliğe çok fazla ilgi duyması genellikle anlamsız olarak görülüyor. Bütün bunlar şunu ifade ediyor, halkın gözü önünde kendisine “en güzel kadın” unvanı verilen herkese aslında zehirli bir kadeh veriliyor.
GÜZELLİK SİNEMA SEKTÖRÜNÜN ELİNDE ŞEKİLLENİYOR
1940’ların Hollywood’unda bir kadının şekli ince ve kum saati olmalıydı. Kadınlar bunun için diyetler, korseler ve S şekilli elbiselerle o şekle erişebilmek için adeta yarışa giriyorlardı. Bol kot pantolonların, kabarık kaş trendlerinin veya spor giyimin öncesi bir dönemde nefes bile aldırmakta zorlandıran korseler giydiğinizi hayal edebiliyor musunuz? Giyim standartları dışında o dönemlerde son derece dar bir çekici kadınlık ideali vardı. Beyaz ten, zayıf bir beden, uzun ve bakımlı saçlar, gözle görülür çiller… Ve böylece tamamı erkeklerden oluşan stüdyo başkanları ve onların dolu dolu makyaj sanatçıları departmanları, çarpık burunlara macun uygulamak ve yıldız yüzlerinin dikkatlice diyagramlarını şekle göre kategorize etmeye ve ardından kozmetik ve saç stiliyle düzeltmeye çalışarak bunu o dönemlerdeki güzel kadın algısını yaydılar. Bir nevi güzellik sinema sektörünün elinde şekilleniyor da diyebiliriz.
“AĞZIMIZ AYNIYDI, KAŞLARIMIZ AYNIYDI…”
Yıldız çalışmaları ve kozmetik alanında doktora sahibi bir sanatçı ve Hollywood makyaj uzmanı olan Cathy Lomax, Make Up the Star: Makyaj, Kadınlık, Irk ve Hollywood’da Yaşlanma, 1950–1970 adlı tezinde şöyle yazıyor; “Gerçekçilikten bu kaçış, Hollywood’a kadar uzanıyordu. 1940’larda MGM’de sözleşmeli olan Jean Porter, neredeyse tamamı aynı, yıldızların yaptığı makyajı şöyle gözlemledi: ‘Ağzımız aynıydı… kaşlarımız hemen hemen aynıydı, makyajımız aynıydı.” Size de tanıdık geliyor mu bu sözler?
TENYA İÇENLERİ UNUTMADIK
Elbette o zamanlardan bu yana sektörde bazı şeylerin daha iyiye doğru değiştiği inkâr edilemez. Artık daha fazla vücut çeşitliliği var ve şişmanlık fobisine, ırkçı tiplemelere ve aklamaya karşı artan bir direnç var. Bazen ekranda gerçek, gündelik dişleri veya cilt dokusunu bile görüyoruz. O dönemlerde çok popüler olan kilo verme ilacı Ozempic’e duyulan çılgınlık, eğlence sektörünün hala umduğumuz kadar ileri gitmediğini gösteriyor. Hatta zayıf kalmak için tenya bile yutan aktrislere bakınca günümüzde bu tarz şeylerin olmaması biraz da olsa sevindirici.
SERİ ÜRETİMDEN ÇIKMIŞÇASINA
Öte yandan şu anki güzellik algısı, teknolojinin yaygınlaşması televizyon ve internetin evlerimizden ceplerimize kadar girmesi, bugünün sosyal medya yüzlerini şekillendirdi. Şu an metroda bile sabah işe giderken estetik yaptırdıkları için burunları bandajlı, dudakları dolgulu, kaynak saçlı, protez tırnaklı, aynı fabrikanın seri üretiminden çıkmışçasına birbirine benzeyen, genç ve orta yaşlı kadınları görüyorum. Güzellik standartlarının kendisi biraz değişmiş olabilir, hala algı olarak değişmedi ve çılgınlık derecesinde büyüyor.
Benzer şekilde, bugün Hollywood’un “doğal” güzellik kavramı sıklıkla dermal dolgu veya kaş kaldırma gibi estetik tedavilerle destekleniyor. Günümüzün modaya uygun “makyajsız” makyaj görünümünün bile kökleri altın çağa dayanıyor. Tarihçi Kathy Peiss, Hope in a Jar: The Making of American Beauty Culture adlı kitabında bu paradoksu şöyle özetliyor; “Makyajı Hollywood cazibesiyle en yakından ilişkilendirilen Max Factor bile ‘doğal makyajın büyüsünü’ tanımladı. ‘makyajın nerede başladığını veya bittiğini kimsenin tespit etmesini imkansız hale getiren’ bir illüzyonizm olabilir ama doğal görünmek, tıpkı göz kamaştırıcı görünmek gibi, artık güzellik aletleriyle dolu bir kutuyu gerektiriyordu” Ne kadar tanıdık öyle değil mi?