Yumruk üstüne yumruk yiyor fakat yıkılmıyordu. “Ayaktayım” diye düşünürken çeneye bir sağ direkt daha yedi; ağzını dolduran sıcak kan… Yuttu. Yıllardır kanla beslenen bir köpekbalığına dönüşen midesi zevkle karşıladı bu durumu. Karşısında Sugar Ray, Sugar Ray’in bir uçağı İstanbul – Ankara seferine savurabilecek şiddette yumrukları, 13. raund, yola çıkmış bir aparkatla aynı anda maçın hakemiyle göz göze geliyor; düşsene artık şerefsiz herif, sıkıldım, bu maçı kaybettin, görmüyor musun? Hakeme gülümsüyor Jake, fakat gülümsediği anlaşılmadı çünkü ağzı suratında kaybolmuştu çoktan. Yüzü, yere düşen bir reçel kavanozu gibiydi; un ufak cam parçaları, saçılan yoğun çileğin lapa kıvamı ve haddini aşıp tatlılığını bir iğrenme hissine devreden o koku. Neredeyse hiç yumruk sallamıyor, Sugar Ray’in kendisini iyice dövmesini Chicago Stadyumu’nu dolduran binlerce kişiyle birlikte izliyor ve tam olarak ayakta ölmeye çalışıyordu. Bir kroşe daha yedi, bir tane daha, bam, yeni bir swing, bambambam art arda üç tane; birkaç yüz kiloluk yumruk serileri karşısında zincirleme bir trafik kazasının arasında kalmıştı suratı. Sarıldılar. Işıkların, bağırışların ve onları ayırmaya gelen hakemin adımları arasında bir ömür kadar kalabalık ama bir göz kırpma kadar çabuk kaybolan birkaç saniye. Jake LaMotta’nın suratından akan kan, Sugar Ray’in göğsüne bulaşıyordu…
1921’in Bronx’unda doğan Jake, 7 yaşında çıkmıştı ilk maçlarına. Attığı ve yediği yumrukların karşılığı oturdukları evdi. Babası, ona diğer çocuklarla maç ayarlar, amatör ringin etrafını saran komşulardan bu gösteri için para toplar ve birlikte evin kirasını çıkartırlardı. Bronx sokaklarında sırtına ilk oklarını yiyen nam-ı diğer Raging Bull (Öfkeli Boğa), ayakta ölümü denediği o 14 Şubat 1951 gününün tarihe “Sevgililer Günü Katliamı” olarak geçmesini sağlayacaktı. Çocukluğunda ipucu veren hayat yanıltmadı; 30’u nakavt 83 galibiyet, 6 kez kırılan burun, gözlerinin etrafını dolduran 50’den fazla dikiş, paramparça olan iki el, insanlara güvensizlik, saldırganlık, suç, hapishane, alkol bağımlılığı, bam, Sugar Ray’in yumruğuyla tekrar sarsılan kafatası. 14 Şubat 1951; Jake, devrilmeyi kendine yediremeyip ayakta ölmeyi denerken hayatı geçiyor gözlerinin önünden. Jake, bir ermiş de olabilir bir vahşi de. Dövüştüğü kişi karşısındaki boksör değil. Yediği yumrukların acısını hissetmiyor bile. Daha içerde bir yer kanıyor. Kurtulmak istediği o. Patlayan dudağından fışkıran kan şortundan kaval kemiklerine süzülüyor. Jake, bir sabah tedirgin düşlerinden uyandığında devcileyin bir böceğe dönüşen Gregor Samsa kadar şanslı değil. O, iliklerine kadar hayatı hissediyor ve bu yüzden varoluş sancısının yumruklarına bırakıyor kendini. Metalik tadı varoluşun; ağzına dolan kanı tekrar yutuyor.
Hakem, sarılan Jake’i ayırdı ve yumruklar devam etmeye başladı. Muhammed Ali’nin idolü Ray duruyordu karşısında ve aslında çok iyi dosttular. Fakat boks ringi ile bir şehrin sokakları aynıdır; oraya çıktığınızda dostluk değil doğanın kanunları konuşur. Zeka, politika, karizma, estetik ya da kas gücü. Ring çok daha dürüsttür ama her ikisinde de kazanmak, kaybetmek ya da kaybederken ayakta kalmak için bunlardan en az birine ihtiyaç duyarsınız. Jake’de hepsi vardı, politika hariç. Sugar Ray ise ilk 100 maçında hiç mağlubiyet almamış, çoğu otoriteye göre gelmiş geçmiş en iyi boksördü. Fakat suratında bir yumruk senfonisi bestelediği Jake LaMotta, onu bugünden 8 sene önce, 5 Şubat 1943’te yere serip ilk mağlubiyetini hediye etmişti. Şampiyon LaMotta, şöhret ve paraya rağmen asla iyi hissetmeyen LaMotta, antrenmanlarda sadece kardeşi Joey’le dövüşen, maçlarında gard almayıp yumruk yiye yiye önce rakibini yoran Öfkeli Boğa. “Bana neden vurdun?” diye soran eşine “çünkü seni seviyordum ve gitmeni istemiyordum. Seni bir tek öyle durdurabilirim sandım” diyen, yalnızca acının dilini konuşabilen bir adam. İlk bakışta kötü bir adam. Tekrar bakıldığında çarmıhtaki İsa. 90’ına merdiven dayadığı günlerde geçmişini anarken “Dövüşürken kendimi cezalandırıyordum. Yaşamayı hak etmediğimi hissediyordum” diyen Jake, Sugar’ı yendiği günden 3 hafta sonra yeniden karşılaştılar. Üst düzey maçlar için akıl almaz bir aralıktı bu; 1 ayda 2. kez. Bu kez yenildi. Jake, Ray’le yaptığı toplam 6 maçın 5’ini kaybetti ama hiç yere düşmedi. Ve tarihe geçen bu 6 maçlık seriyi özetlerken sanki bahsettiği Sugar Ray Robinson değil hayatın ta kendisiydi; “Ray’i 3 kez yere serdim ama o beni asla.”
Adam akıllı antrenman dahi yapmadan 1949’da şampiyonluğa kadar uzanan Jake; boksu bıraktıktan sonra stand up yapmaya başlayan, Scorsese’nin 2 Oscarlı “Raging Bull” filminde De Niro’nun oyunculuğuyla hayatı perdeye yansıyan ve 90’ındayken 7. evliliğini yapan mizah gücü yüksek, hayat dolu ve ilham verici bir adam. 1951’deki yumruklar 13. raundda hakem kararıyla sona erip Jake mağlup ilan edilirken Ray’e yaklaşıp gülümsedi ve şu cümleyi fısıldadı; “Beni deviremedin, asla devrilmedim. Duyuyor musun Ray? Hiç devrilmedim.” Jake LaMotta, kanıyla teri birbirine karışıp iç sıkıntısı ringde bir ibret anıtına dönüşürken “devrilmeyişiyle” övünüyordu. Sanki bir sanat eseri ortaya koymuş ve tıpkı Musa heykelini bitirdikten sonra onu dürtüp “konuş!” diyen Michelangelo gibi gerçekliği kendi etinden ötede bulmuştu… Kendini cezalandırmış ama kaslarından öte bir güce sahip olduğunu ispatlamıştı hayata; “Vücudumu, kimsenin beni yaralayamayacağına ikna ettim. Etim açıldı, suratıma dikişler atıldı, burnum kırıldı, ellerim parçalandı. Ama asla biri beni yaralayamadı.” Jake LaMotta, kendi kanını yutarken saflık ve masumiyetin gizli bahçesini bulmuştu. 95’inde hayata veda eden ilah, masumiyetin bedelini gençliğinde şevkle ödedi ve aşık olduğu eşiyle son günlerine kadar günde sadece 1 kadeh şarap içti; çünkü onun deyişiyle “doktorlar kalbe iyi geldiğini söylüyor”du. Ve ben, diyorum ki, keşke Jake’den bir yumruk yesem, ne mükemmel olurdu!