40 YIL ÖNCE O GECE O OTELDE KİMLER VARDI VE NELER YAŞANDI?
Aradan tam 40 yıl geçmiş…
Anlatacağım olay, bugüne kadar çok az kişi tarafından biliniyordu ve büyük bir sır olarak kaldı.
Bu olay, 23 Şubat 1984’ü 24 Şubat’a bağlayan gece Girne’de bir otelde başladı ve sabahı Lefkoşa’da bir başka otelde sona erdi.
O gece yeni bir devletin tarihinde belki de en önemli olaylardan biri meydana geldi.
Ama hikayemiz o gece değil daha önce başladı.
Şimdi o gecenin bir ay öncesine dönüyorum…
Yani 1984 yılının Ocak ayına…
OLAY ESKİ BAKAN ORHAN BİRGİT’TEN GELEN TELEFONLA BİR BAŞLIYOR
O tarihte Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesiydim.
12 Eylül askeri darbesinin etkisinin sürdüğü yıllardı. Ancak Türkiye’de seçimler yapılmış ve Turgut Özal başbakan olmuştu.
12 Eylül’de üniversiteden atılma korkusuyla yaşamış genç bir öğretim üyesiydim.
Aynı zamanda Hürriyet Gazetesi Vakfı’na danışmanlık yapıyordum.
O günlerde Hürriyet Vakfı’nın başında, CHP eski milletvekili Orhan Birgit vardı.
Onunla CHP’de Bülent Ecevit’e danışmanlık yaptığım yıllarda tanışmıştım.
Bir gün Orhan Bey telefon etti. Kuzey Kıbrıs’ta bir sempozyum düzenleme kararı aldıklarını söyledi ve benden bir program hazırlamamı istedi.
KONFERANSIN NE OLDUĞUNU SONRADAN ANLADIM
Programı hazırladım ve Orhan Bey’e ilettim.
24 – 26 Şubat tarihleri arasında yapılacak olan sempozyumun konusu ‘Dış Politika ve Basın’dı.
Ama adı şöyle belirlenmişti:
“Basın’da Dış Politika; Dış Politika’da Basın…”
İlk bakışta son derece sıradan ve büyük bir ihtimalle sıkıcı geçeceği hissi veren bir başlık.
Davet edilen herkes toplantının resmi adını böyle biliyordu.
Ama aslında bu paravan bir başlıkmış…
Bu cümlenin gerçekte ne anlama geldiğini 23 Şubat’ı, 24’e bağlayan gece öğrenecektik.
Hürriyet’in güçlü yıllarıydı. Gazete, “Kıbrıs Davası’nın” en büyük savunucusu olarak biliniyordu.
Sempozyum çok üst seviyede bir katılımla gerçekleşecekti.
Türk Hava Yolları’nın bir DC 9 uçağı özel olarak kiralanmıştı. Türk basın tarihinde bir ilk olacaktı bu konferans.
DÖNEMİN EN BÜYÜK GAZETECİLERİ DOME OTEL’İN BALO SALONUNDA
Türkiye’nin önde gelen dış politika yazarlarının neredeyse hepsi sempozyuma davetliydi.
Sami Kohen, Mehmet Ali Birand, Çetin Emeç, Cengiz Çandar, Sedat Ergin, Yazgülü Aldoğan, Haluk Gerger, Hıfzı Topuz, Necati Zincirkıran’ı hatırlıyorum.
Davet edilen öğretim üyeleri arasında Mümtaz Soysal ile Emre Kongar da bulunuyordu.
Ayrıca Fransız Liberation Gazetesi’nin Ankara muhabiri Corine Lesnes de vardı.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN EFSANE BEŞ ESKİ BAKANI
Toplantıya beş eski bakan davet edilmişti.
Bakanlar şunlardı:
İhsan Sabri Çağlayangil, Hasan Esat Işık, Hayrettin Erkmen, Gündüz Ökçün ve Ahmet Taner Kışlalı.
O gecenin gerçek hikayesi bir hafta önce başladı.
Sempozyuma bir hafta kala Rauf Denktaş’tan bir mesaj geldi.
KONFERANSTAN BİR HAFTA ÖNCE RAUF BEY’DEN GELEN TELEFON
Rauf Bey bir bayrak örneği göndermişti.
Ütsünde ve altında iki çizgi, ortasında ay yıldız vardı.
Bizden, bu bayrağın dev bir modelini istiyordu.
Şimdi tam hatırlamıyorum ama en azından 6 – 7 metreye, 25 – 26 metre boyutlarında bez bir bayrak yapılacaktı.
Ayrıca 10 bin tane de küçük kağıt bayrak istiyordu.
Bunları yaptırttık.
DOME’UN AKDENİZ’E BAKAN BALKONUNDA BİR GECE
23 Şubat günü THY’den kiralanan uçakla Lefkoşa’ya gittik.
O akşam Girne’de kaldığımız Dome Otel’in büyük salonunda bir yemek ve tören düzenlenmişti.
Törene Rauf Denktaş da gelmişti.
İstanbul’da yaptırdığımız dev bez bayrağı işte o yemekte bir törenle Rauf Denktaş’a teslim ettik.
Türkiye’nin serbest ekonomi yılları henüz başlamamıştı. Viski gibi içkiler bizim için lükstü.
O akşam KKTC’nin liberal politikasının nimetlerini bol bol yaşadık.
Ve gece keyifle odalarımıza gittik.
Dome’daki odamın Akdeniz’e bakan balkonunda son viskimi alırken, ertesi gün olacaklar aklımın ucundan bile geçmiyordu.
ERTESİ SABAH KAPIM DELİ GİBİ ÇALINIYOR
Ertesi sabah kapımın hızla çalınmasıyla uyandım.
Şimdi kim olduğunu hatırlamadığım bir dostum, ‘Uyan, ortalık birbirine giriyor.’ dedi.
Ortalık gerçekten toz dumandı. Bütün Rum radyoları bas bas bağırıyordu.
24 ŞUBAT SABAHI SARAY OTEL’İN RUM KESİMİNE BAKAN TARAFI
Denktaş, getirdiğimiz o dev bayrağı, gece yarısı Lefkoşa’daki Saray Oteli’nin Rum kesimine bakan tarafına yukardan aşağı astırmıştı.
Bütün sokaklarda çocukların, gençlerin eline bizim getirdiğimiz küçük bayraklar verilmişti.
Rum tarafı toz dumandı, çünkü Kuzey Kıbrıs ilk defa bayrak çekiyordu.
MUHALEFET ŞAŞKIN BİZ DE ŞAŞKINIZ AMA
Türk tarafında muhalefet de şaşkındı. Çünkü Kuzey Kıbrıs Parlamentosu henüz bayrağı kabul etmiş de değildi.
Ama Denktaş inanılmaz bir manevrayla bayrağı çekmişti bile.
Yanılmıyorsam aynı gün bayrak kanunu Türk parlamentosuna getirildi ve bir ay sonra Meclis’ten geçerek yasalaştırıldı.
O bayrak, KKTC’nin bugün herkes tarafından bilinen resmi bayrağıdır.
BU OLAY YILLARCA ÜÇ KİŞİ ARASINDA SIR OLARAK KALDI
Hürriyet Gazetesi Kıbrıs’ın tarihine ikinci defa işte o bayrakla girmiştir.
Bayrağın gerçek hikayesi yıllar boyunca Hürriyet’in sahibi Erol Simavi, üst düzey yöneticileri olan Arda Gedik, Orhan Birgit ve benim aramda bir sır olarak kaldı.
Denktaş’ın siyasi mücadele tekniklerini ve gücünü daha o gün keşfetmiştim.
Tabii siyasi dehasını da…
Gizli kahramanları, bilinenlerinden çok daha fazla olan bir mücadeledir KKTC’nin tarihi.
Bu savaşı kazanmak için cesur adamlara ve kadınlara ihtiyaç vardı.
O cesur kadınlar ve adamlar görevlerini yaptılar.
Şimdi artık barışı kazanacak cesur insanlara ihtiyaç var.
RAUF BEY’DEN GAZETENİN ORTASINDA FIRÇA YEDİĞİM GÜNLER
O yıldan sonra Hürriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi oldum. Sonra Genel Yayın Yönetmenliği’ne getirildim ve 20 yıl o görevde kaldım.
Rauf Bey’le defalarca birlikte olduk.
Beni bazen sevdi, bazen kızdı, hatta gazetenin ortasında azarladı.
Ama benim ona olan hayranlığım hiçbir zaman bitmedi.
O dönemin insanları…
Türkiye’de Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal…
Azerbaycan’da Haydar Aliyev…
KKTC’de Rauf Denktaş…
Gönlümde hep Türk dünyasının büyük kahramanları olarak kaldılar.
KAPIDA RAUF BEY’DEN ÖNCE BONCUK’U GÖRDÜĞÜMÜZ GÜN
Rauf Bey’i son defa ne zaman gördüm hatırlamıyorum.
Ama galiba 2004 yılında Lefkoşa’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki buluşmamızı hiç unutamıyorum.
Rauf Bey’in köpeği ‘‘Boncuk’’u ilk defa o gün görmüştüm.
Kapıdan girerken Denktaş’tan önce o karşımıza çıkmıştı.
O gün Rauf Bey’in bir başka insani yanını tanımıştım.
Köpeğine biraz alınmıştı.
“Yurt dışına her gidişimde dönüşte kucağıma zıplardı, beni özlediğini gösterirdi. Bu defa hiç yüz vermedi.’’ demişti.
Görüşmeler için New York’tayken, Boncuk bir eş bulup çiftleşmiş. Dolayısıyla aklı artık Rauf Bey’de değil eşinde kalmıştı.
O GÜN ‘TÜRK BASININA KIZGINIM’ DEMİŞTİ
O günü unutamamamın gazeteciliğimle ilgili bir yanı da vardı.
Elimize Rum basınında çıkan yazıların çevirilerini tutuşturup, ‘30 yıldan beri her gün bu basını yakından takip ederim.’’ demişti.
Türk basınına biraz kırgındı.
SAYIN BAŞKAN YA BİZ HÜRRİYETÇİLER NASILIZ? VER KURTULCU MU?
O günlerde en beğendiği yazar, Radikal Gazetesi’nden Gündüz Aktan’dı.
‘‘Onun yazılarını kesip saklıyorum.’’ demişti.
‘‘Peki bizim heyetimizi nasıl buluyorsunuz? Ver kurtulcu mu, yoksa sizden mi?’’ diye soruyoruz.
‘‘Fifty-fifty (Yüzde 50 yüzde 50)’’ cevabını veriyor.
Ama Ferai’ye, ‘‘Seni de Müslümanlaştıracağım.’’ diyerek takılmayı da ihmal etmiyor.
RAUF BEY’İ KAYBETTİĞİMİZ GÜN İKİ AĞIT YAKMIŞTIM
Rauf Bey’i 13 Ocak 2012 günü kaybettik.
O gün çok ağlamam için bir neden daha vardı.
Hayatıma çok derin işlemiş iki kişiyi aynı gün kaybetmiştim.
Biri çocukluğumun idolü, hayallerimin kahramanı.
Lefter Küçükanyondanis.
Fenerbahçe’nin sessiz Sufisi, Adalar’ın kramponlu Sait Faik’i.
Öbürü Rauf Denktaş.
Biri benim Fenerbahçem’in efsanesi.
Öteki bir Türk olarak diplere vurduğumuz anda hepimizi omurgamızın üzerinde dimdik ayağa kaldıran insan.
İZMİRLİ BİR ÇOCUĞUN GÖNLÜNDEKİ İKİ KAHRAMAN
Öyle bir gündü benim için işte…
Önce dönüp, kendi çocukluğuma başsağlığı dilemiştim.
Sonra ilk gençlik yıllarıma, daha 12 yaşımdayken mahallemizde bir taşın üzerine çıkıp, “Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacak” diye haykırarak hayatımda yaptığım ilk konuşmada adını andığım Rauf Bey için hepimize başsağlığı dilemiştim.
Bu İzmirli çocuk Lefter’ini hiç unutmayacak.
Bu İzmirli, bu Türkiyeli çocuk o büyük Türk kahramanı Rauf Bey’i hiç unutmayacak.
Öyle demiştim o gün…
BİR GÜN SORARLARSA BİR GECEYE İKİ ÖLÜM SIĞAR MI?
Bir gün bana sorarlarsa, bir geceye iki ölüm sığar mı?
Biri çocukluğumun Lefter’i, öteki bütün Türklüğümün Rauf Denktaş’ı ise sığmaz, sığamaz arkadaşım.
Böyle diyeceğim…
Ama bu göçmen ruhum. Bu muhacir, suyun öteki yanından gelen ruhum var ya, her ikisine de yetecek kadar minnet duygusuna sahip.
Başka ne diyeyim.
Nur içinde yat Rauf Bey…
Bu vatan sana çok minnettar…
En nankörümüzün bile inkar edemeyeceği kadar minnettar…
BU OLAYI ‘TOROS’UN’ 100. DOĞUM YILINDA AÇIKLADIM
Bu yıl Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri özgürleştirmek için yaptığı Barış Harekatı’nın 50. yılı.
Rauf Denktaş’ın da 100. doğum yılı…
O nedenle çeşitli yazarların hatıralarını anlattığı bir kitap yayınlandı.
Adı “Toros…”
Toros, onun Milli Mukavemet Teşkilatı’nın sivil kanadının lideri olarak kod adıydı bu.
Bu olayı işte onun için hazırlanan bu kitapta açıkladım.