Cadı denilince aklınıza ne geliyor? Uzun burunlu, yaşlı, çirkin, siyah uzun elbiseli ve çalı süpürgeli kadınlar geliyorsa yanılıyorsunuz. Orta Çağ’da cadı avına kurban gitmeniz için vücudunuzda doğum lekesi bile bulunması yetiyordu. Peki yaklaşık 60 bin kişinin ölümüne sebebiyet veren bu kan dondurucu vahşet nasıl yaşandı? Gelin, tarihin ürpertici sayfalarına birlikte bakalım…
Dünya üzerinde yaşanan belki de en trajik olaylardan biri cadı avıdır. Tabii ki kurgusal karakter olan cadılardan bahsetmiyoruz. Orta Çağ’da özellikle Avrupa’da kutsal kitaplar öne sürülerek kızıl saçlı, çilli, vücudunda doğum lekesi bulunan, ayinler sırasında esneyen (içindeki şeytanın dışarı çıkarmak için esnediğine inanılıyor), ormanda çiçek toplayan (topladığı otlarla büyü yapacağı düşünülüyor) ve menopoza giren kadınlara direkt cadı damgası vuruluyordu.
Üstelik cadı avı kurbanlarının hepsi kadın değildi ancak dörtte üç gibi bir oranını kadınlar oluşturuyorlardı. Peki neden ilk hedef kadınlardı? Bu hikayenin kökeni aslında yaratılış hikâyesine kadar gidiyor… Havva, yasak elmayı Adem’e yedirdiğinden bu yana kadınlar erkeklere göre daha çabuk kandırılabilir canlılar olarak görüldüler. Dolayısıyla bu zihniyete göre bir kadının şeytanla iş birliği yapma ihtimali erkeklere göre daha yüksekti.
Orta Çağ’da cadılık ve cadı avı, kiliselerin desteği ile yaklaşık 300 yıl sürdü. İlk avlananlar şifacılar ile ebeler oldu. Hekimlerin bulunmadığı kasabalarda geceleri mandrake, adam otu, kurtboğan, sedef otu, güzelavrat otu gibi bitkileri toplayan kadınların cadılık yaptığı düşünüldü. Şifacıların bu bitkileri hastalıkların tedavisinde kullanırken bazı hastaların yaşamını kaybetmesi “cadı” diye nitelendirilmelerine sebep oldu. Genellikle ormanda yaşayan şifacılara ilk zamanda toplum saygı gösterse de geceleri bu kişilerin cadıya dönüştüğüne inanmaya başladılar. Ebelerin cadı olarak nitelendirilmesinin nedeni de gençlik iksiri olarak görülen plasentaya erişimlerinin olmasıydı.
Anlayacağınız kadınları cadı olarak nitelendirebilecek spesifik bir delil ya da suç yoktu fakat şifacıların otlarla uğraşması, ebelerin plasentaya sahip olması yeterli bir sebepti.
Özellikle bu iki meslek grubuyla başlayan cadı avı daha sonraları ülkenin soylularına, rahibelerine ve sıradan insanlarına da sıçradı. Çünkü eğer Orta Çağ’da yaşayan bir kadın olsaydınız, sizi tek bir kişinin ihbar etmesi bile cadı olarak suçlanıp yakılmanız için yeterli bir sebepti. Üstelik yasalar bile yanınızda değildi…
Cadı olarak suçlanan kişilerin malının üçte ikisi devlete, geri kalanı da davasını yürüten hakim ve yargıçlara gidiyordu. Bu nedenle mahkemeler, kolay yoldan para kazanmak için rant merkezi hâline gelmişti. Mahkemelerde cadılık için sunulan deliller; geceleri şeytana hizmet edildiği gerekçesiyle gündüz uyumak, kilisede günahların tövbesi için çok içten dua etmek, vücutta yaralar ve sıyrıklar olması, dikkat çekici güzellikte olmak ya da çok çirkin olmaktı.
Dava sırasında hakim, ilk olarak yargılanan kişiye şeytan ile iş birliğine dair sorular sorarak, cadılığını itiraf ettirmeye çalışıyordu. Eğer bu kişi suçlamaları reddedip itiraf etmezse bu sefer edene dek işkenceler başlıyordu. Üstelik bu işkenceler başpiskopos tarafında da onaylanıyordu…
İlk başta kendi çaplarında cadı tespiti yapmaya çalışıyorlardı. Cadı olduğunu düşündükleri kişiyi suya atıyorlardı, eğer direkt boğulursa bu günahsız olduğunu ve boşuna öldüğünü gösteriyordu. Ancak boğulmazsa, şeytanla iş birliği yaptığını düşünüp kadını direkt yakıyorlardı.
Diğer bir yöntem ise tartı deneyiydi. Kadını tartıya çıkarıyorlar ve 60 kilo üzeri çıkarsa kesin cadıdır diye düşünüyorlardı. Çünkü onların zihniyetine göre şeytan bedenin içindeyken ekstra ağırlığa sebep oluyordu…
Kendi çaplarında deneylerle tespit edemedikleri insanlara ilk olarak su işkencesi yapıyorlardı. Bu işkence yönteminde kişinin ağzına zorla huni ile su boşaltıyorlar ve sindirim organları patlayana kadar buna devam ediyorlardı. Bir diğer işkence yöntemi ise metal tıkaç işkencesiydi. Kişinin ağzına metal bir tıkaç takıp, bunu vida yardımıyla genişletiyorlardı. O sırada dişler kırılıyor ve siz itiraf edeceğinizi söylene dek çenenizi ayırmaya devam ediyorlardı. Diğer bir yöntemde de demir mengene ile cadı olduğuna inandıkları kişilerin damarları patlayıncaya kadar ayaklarını sıkıştırıyorlar ve kemiklerini kırıyorlardı. Son işkence yöntemi ise dört atla çekmeydi. Kişinin ellerini ve ayaklarını dört ata bağlıyor ve bu dört atı farklı yönlere doğru hareket ettiriyorlardı…
Eğer deneyler sonucu diri diri yakılmadıysanız, tüm bu işkencelerden kurtulmanın tek yolu cadı olduğunuzu itiraf etmek oluyordu. Sadece kendi cadılığınızı itiraf etmekle kalmayıp, diğer cadıların da ismini vermenizi istiyorlardı. Kadınların çoğu işkencelerden kurtulmak için yalandan da olsa cadı olduğunu söylüyordu ve yakınlarının ismini veriyorlardı. Sonra aynı işkenceler ismi verilenlere de uygulanıyordu, bu döngü böyle sürüp gidiyordu…
İşte, tarihe karanlık bir leke olarak düşen ve okurken bile kanınızı donduran, binlerce masum insanın infazına neden olan cadı avı bir nesli özellikle de kadınları böyle yok etti…