Bir zamanlar, Anadolu’nun topraklarından doğmuş, türkülerin sığınağı olan bir ailenin hikayesi vardı. Neşet ve Muharrem, bu hikayenin kahramanlarıydı. Neşet, babasının adımlarını izleyerek bir gazinoda saz çalmaya başladı. Burada çalışan birisi daha vardı: Neşet’in türkülerine hayat veren, türkülerinde kıskanılası sözlerle bahsettiği kara kaşlı, kara gözlü Leyla.
Leyla’nın en büyük hayali türkücü olabilmekti. Bağlama çalar, türküler söylerdi. Neşet, bu kadına aşık olmuş, gözü ondan başka kimseyi görmüyordu. Ama bu aşkın önünde büyük bir engel vardı: Neşet’in babası Muharrem Ertaş.
Oğluna her fırsatta bu aşktan vazgeçmesi gerektiğini ve o kadının ailesine uygun olmadığını söylüyordu. Ama iş işten geçmişti; Neşet ve Leyla koşulsuz bir aşkla çoktan bağlanmışlardı birbirlerine ve herkesi karşılarına almaya hazırlardı…
Muharrem Ertaş aldı eline kalemi, Neşet’e maniler dizdi…
“Temiz ruhlu, saf kalplisin, şöhretsin,
Hakkın vardır evlenmeye, evladım.
Mevlam sana yapanları kahretsin,
Aslı bozuk alma dedim, evladım…”
Muharrem’in Leyla’ya ‘aslı bozuk’ demesi, Neşet’in canını çok yakmıştı, bu yüzden babasına büyük bir öfke hissetti… Çünkü Leyla’dan vazgeçme gibi bir niyeti yoktu… Aldı eline sazı ve kalemi yazmaya başladı…
“Aşkı kimden aldın, sevgiyi kimden?
Aslı bozuk deme, gel şu insana.
Soracak olursan eğer ki benden,
Aslı bozuk deme, gel şu insana.”
Neşet, babasına “Senin fikrin bozuk, gel şu insana.” diyerek tepkisini belli etmişti artık.
Muharrem, oğlunun verdiği bu cevapları dinledi; çok üzüldü fakat yanıtı vermekte gecikmedi…
“Küsmedim, Neşet’im, kahrettim sana,
Baban değil miydim, sormadın bana?
Olan olmuş yavrum, ne deyim sana,
Sen aklını yitirmişsin, evladım.”
Bu sözlerin hepsi boşaydı… Neşet, sonunda Leyla ile evlendi ve üç tane çocukları oldu… Babası ve sevdiği arasında kalan bu genç delikanlı, uğruna türküler yazdığı, atasını karşısına aldığı Leyla’sı kendisini terk edince yıkılır ve çift kısa bir süre sonra boşanır… O büyük aşk kaybeder… Yüreği yaralı bir yanı eksik adam, alır eline sazını başlar söylemeye.
“Cahildim dünyanın rengine kandım,
Hayale aldandım, boşuna yandım.
Seni ilalebet benimsin sandım,
Ölürüm sevdiğim, zehirim sensin.
Ahirim sen oldun, evvelim sensin.”
Leyla’sıyla ayrıldıktan sonra en içten türkülerini yazar Neşet…
“Yazımı kışa çevirdin, karlar yağdı başa Leyla’m, viran oldu evim yurdum, ne söylesem boşa Leylam…”
Neşet ile babası hala kırgındır birbirlerine, konuşmazlar ama ne olursa olsun Neşet evlattır. Muharrem, kıyamaz oğluna ve alır eline sazı, sırtına da kederini…
“Tüketin ömrümü, koymadın özümü,
Ata sözü tutmayan, döver dizini.
Leyla çıkmış konsere, takmış pozunu,
Bu da bize bir zulümdür, evladım…”
Neşet, artık babasına cevap vermez. Yıllar sonra bir haber gelir, babası hastalığın eşiğindedir. Neşet, Almanya’dan yola çıkıp babasını son kez görmeyi umut eder, fakat göremez… Kırgın ayrılırlar. Vasiyetinde “Beni ustamın ayak ucuna gömün” der Neşet Usta. Vasiyeti yerine getirilir. Mezarları bu şekilde uç ucadır. Mekanları cennet olsun, orada kavuşurlar belki. Yalan dünya…
Türküleri ağlamaklı, yürekleri yokuşlu ama sığınaklı, kalbimizde acı ve sevgiye dönüşen uzun soluklu hikayeler dinledi kulaklarımız. Kimi zaman okuduğumuz, kimi zaman dinlediğimiz fakat gerçek olduğunu bildiğimiz yaşamları paylaştık. Gördük ki yumuşak sertten güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür. Anadolu’nun bu iki eşsiz ozanını rahmetle anıyor bizlere böyle güzel eserler bıraktıkları için minnet duyuyoruz…